16 Eylül 2010 Perşembe

Dream Theater - Six Degrees of İnner Turbulance


Evet, yazımı yazmadan önce neden bu albümü kritiklediğimi söylemek istiyorum. Çünkü Dream Theater'ın Six Degrees albümünün DT fanları tarafından bence gerektiği ilgiyi ve değeri görmediğini düşünüyorum. Scenes from a Memory gibi muhteşem bir albümün arkasından gelmiş olması etkili olmuş olabilir ama bana göre Dream Theater tarihinin en progressive albümünün olduğunu hala savunuyorum. Aynı zamanda grup elemanlarının ne kadar mükemmel müzisyenler olduklarını kanıtladıkları albümdür. Pantera'dan, Radiohead'e hatta oradan Tool'a birçok yerden beslenmiş bir albüm ve böyle bir albümün oluşumunda Mike Portnoy'un rolü çok büyüktür. Genel olarak Dream Theater'ın müziğini yönlendiren bir adam Portnoy ama bu albümde bu daha da hissedilir oldu. Damgasını vurmuştur diye düşünüyorum. İlk defa bu kadar derin soundlar kullanan bir Dream Theater gördük. Bütünlük açısından belki SFAM'ın üstüne yoktur ama bu albüm en fazla progressive mantığa sahip albümdür.

Virtüözite'nin yanında mükemmel bir düzenleme ve harika bir riff, melodi birleşimleri var. Sound oldukça yuvarlak bir sound ama riffler sounda göre oldukça agresif kullanılmış. Bu albüm aynı zamanda "Octavarium" albümünün de alt yapısını oluşturuyor. Burası aslında çok önemli çünkü bu albümden önce Dream Theater ne zaman ne yapacağı hiç belli olmayan bir gruptu. Ama ilk defa bir yerlerden bir şeyler hissedecektik. Her ne kadar Train of Thought albümüyle bizi biraz şaşırtmış olsalarda. Her zaman Dream Theater'da farklı sound denemeleri olmuştur ilk defa Six Degrees ve Octavarium arasında bir benzerlik olacaktı. Bu bence kötü bir şey değildir. Aynı sound içinde gene bambaşka bir melodi anlayışı ortaya koymuşlardı Octavarium'da. Neyse albüme dönecek olursak. Fark edilen başka bir şey de farklı keyboard soundları. Müziğin derinliğini o kadar fazla artırıyor ki. Müzikte yer yer tool gidişi hissediyorsunuz yer yer de Radiohead ve bu da bu grubun müziğe ne kadar geniş baktığını gösterir aslında. Birçok fan bu albümü böyle görmedi, taklit olarak baktı, böyle bakmak gerçekten kolay. Ama ben asla oturup bu adamların tekrar İmages and Words gibi bir şey yapalım diye düşündüklerine inanmıyorum zaten bunu da kanıtladılar.

Keyboardlarda gene Jordan Rudess'ın klasik alt yapılı pianolarını duyabiliyorsunuz. Ama bunu farklı ses bindirmeleri şeklinde kullanmış veya bazı yerlerde belli belirsiz kısa, öz olarak kullanmış. Albümün en çok hoşuma giden noktası da orası. Bu albümde bas gitarlara da değinmek istiyorum aslında. Bas bütün davul ritmlerini ortaya çıkaran bir unsur olarak kullanılmış, yer yer de atmosferi kapatmadan bağımsız bir şekilde. "Zaten Myung geri planda kalıyordu Mike'ın gitmesi iyi oldu" diyenlere cevap bu albümdür diye düşünüyorum.

Albümün kasvetli kısımlarına dikkat çekmek istiyorum. Misunderstood ve Disappear gibi parçalarda oldukça karamsarlığa kapılabilirsiniz. Muhteşem ötesi bir atmosfer vardır. Misunderstood ki baslar aynı zamanda atmosferede inanılmaz bir katkı yapar. Bunu çok az grupta görebilirsiniz. Sanki bu albümde Rudess ve Petrucci karşılıklı atışmalarındaki birlikteliği ve uyumu atmosfer üzerine yoğunlaştırmışlar ve üzerine Toolvari davulları da yerleştirince ortaya mükemmel bir tat çıkmış.

James Labrie'ye değinmeden geçemeyeceğim. Bu albümdeki müzikal yoğunluktan dolayı Labrie'de vokal tekniklerini daha geniş bir çerçevede tutmuş. Toolvari yerleri özellikle çok iyi çıkarmış. Zaten bu adamı Mullmuzzler, Frameshift ve Ayreon gibi projelerden takip eden insanlar ne kadar bambaşka bir vokalist olduğunu görmüştür.

Zaman içinde bu albümün çok daha fazla değer kazanacağını düşünüyorum.

Teşekkürler..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...