23 Kasım 2010 Salı

Newbreed - Child of the Sun

Child of the Sun, Newbreed adlı Polonyalı grubun ikinci albümleri. Depresif bir melodi anlayış ile oldukça mat soundlar içinde yürüyen gitar riffleri albümün temel alt yapısını oluşturuyor. Sekiz şarkıdan oluşan albümde, parçalar ortalama dokuz dakika. Albümde tekniğin, Opeth, Still Life dönemini andıran derin akustik partisyonlarla birleşimi göze çarpıyor.

Albüm atmosfer olarak sizi daha ilk parçanın, ilk dakikasından itibaren içine almaya başlıyor. Giriş parçası olan So Far Away from Here albümün genelinde olacak olan o kasvetli melodik yapısını hissettiriyor. Opeth'in Still Life döneminde yavaş yavaş yükselen, atmosferi yavaş yavaş müziğin içine yerleştiren yapısını burada hissedebilirsiniz. By the Sea parçasının ortalarından itibaren de atonal arpejlerin, derin elektronik ritm yapısı ile albüm daha alternatif bir hal alıyor, albümün karamsarlığı hiç bir zaman bitmiyor. Birçok Polonyalı grubun kanında dolaşan Riverside müzik yapısı bu grupta da var fakat daha karamsar ve içinde daha farklı öğeleri birleştirmeyi başarmış bir şekilde. Sound olarak Riverside kadar parlak bir sound yok. Votum grubunun sounduna daha yakın görüyorum soundlarını. Innocence parçasında Opeth'in akustik yüklü parça yapısının Tomasz Wolonciej'in Duda tarzı vokalinin birleşimi net olarak görülüyor. Albümü ikiye bölen ama aynı zamanda da birleştirici bir özelliği var parçanın. Horizon parçası ile duygusallık biraz sıyrılıp o kaotik havalarına geri dönüyorlar. Bu parçada gene Opeth müziğinin gidişatını hissedebilirisiniz. Opeth'teki dolgun sound yok fakat müzikteki inişler ve çıkışlar açısından benzerlik gözleniyor. Riff üzerine kurulu daha teknik tarafların olduğu aşikar. Özellikle bu parçada teknik rifflerin, atonal gitar soloları dikkat çeken başka bir etmen. Green Hill Top ile birlikte ilk defa Ulver'in son dönemlerini andıran vokal teknikleriyle oluşturulmuş bir atmosfer çıkıyor karşımıza. Her parçada olduğu gibi burada da akustik yapı parçayı yürüten unsur olarak kullanılmış. Solo açısından rock tabanlı sololar hakim. Butterfly Colours'ta By the Sea'de gördüğüm atonal bölümlerin daha da derin halini görebiliriz. Buradaki vokal tarzının şizofrenik durumunun büyük etkisi var.

Vokale ayrı bir paragraf açacak olursak. Albümün birkaç yeri dışında vokalin genelde farklı kurgular içine girmediğini görebiliriz. Teknikten ziyade atmosfer olarak müziğin içinde yer aldığını söyleyebilirim. Aslında müziğin gidişatı da buna pek izin vermiyor. Davul soundu bakımından oldukça melodik olduğunu söyleyebilirim. Son dönem Katatonia, Great Cold Distance ayarında davullar duyabilirsiniz.

Son olarak; Mindflow, Thought Chamber, Pantommind kadar beni vuran, etkileyen bir grup değil. Fakat Polonyanın o soğuk, karanlık tarafını seviyorsanız kesinlikle dinlemeniz gereken bir albüm diyebilirim. Albümde elektronik, atonal jazz tabanlı çok farklı elementlerle karşılaşabilirsiniz.

Songs / Tracks Listing

1. So Far Away From Here (9:28)
2. By the Sea (9:32)
3. Red (8:33)
4. Innocence (2:33)
5. Horizon (7:18)
6. Green Hill Top(09:17)
7. Child of Sun (Instrumental) (9:24)
8. Butterfly Colours (7:48)

Line-up / Musicians

- Tomasz Wolonciej / vocals,guitars
- Piotr Bialkowski / guitars
- Stanislaw Wolonciej / drums,bass,keys

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Grup hakkında bilgi buradan edinebilirsiniz.

12 Kasım 2010 Cuma

Red Circuit - Homeland


Alman grup, Red Circuit'ın ilk albümünden üç yıl sonra çıkardıkları Homeland albümü bu yazımın konusu olacak. Almanya'dan çıkan progressive metal gruplarda, değişik bir anlayış olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde de belirtmiştim. Vanden Plas tarzı melodi kurguları seviyorsanız, bu grubu seveceğinizden şüphem yok. Vanden Plas'ın prodüksiyonunda yer alan Markus Teske'nin burada ki önemi oldukça fazla tabii ki. Agresif rifflerin, duygusal akustik ve melodilerle birleşimi var albümde genel olarak. Artı olarakta senfonik düzenlemeler.

Albüme de adını veren Homeland parçasında o senfonik düzenlemeleri duyabilirsiniz. Rifflerin senfonik öğeler ile bağlantısı kusursuz bir şekilde yapılmış. Gitar soloları bakımından oldukça tatmin edici. The World Forgotten Sons parçası ile albümde ki pianoların öneminin oldukça arttığını görebiliyoruz. Piano ve vokal melodileri oldukça etkili kurgulanmış. Bu açıdan Vanden Plas ile benzerlik gösteriyor diyebiliriz. Albümde karanlık melodi kurgularını da ihmal etmemişler özellikle üçüncü parça olan Sun of Utopia'da. Somapala'nın burada ki ses tonu bu karanlık havayı daha da derinleştirir nitelikte. Parçaları genellikle vokal melodileri ve arka planda yer alan Synthler taşıyor. Bunların üstüne bir de klavye ve gitar atışmaları gelince güzel bir tablo çıkıyor karşımıza. Avrupalı progressive metal gruplarında olan melodi yoğunluğu bu grupta da su yüzüne çıkmış durumda. İlk albüm olan Trance State albümüne göre sound ve düzenleme olarak kendilerini geliştirmişler. Prodüksiyon'da bulunan Markus Teske ve Andy Kuntz'un Vanden Plas'taki gelişimlerini buraya da yansıtmış olmaları mutluluk verici.


Akustiklerin önemi bu albümde çok büyük. Albümde genel olarak yavaş yavaş yükselen bir yapı var ve bu yapı içinde, akustiklerin büyük bir rolü var. Yer yer 70'leri andıran organ tonlar kullanılmış. Rifflerin arkasına güzel bir hava kattığını düşünüyorum. Özellikle Absinth parçasında gitarlarla birlikte melankolik bir hava sağlamış. Yırtıcı rifflerin arasına giren mükemmel gitar soloları mevcut. O, bu gruplar içinde klasik haline gelmiş melodik havayı bozmadan konulmuş. Kısa ama etkili sololar bulunuyor. Farklı elektronik sound denemeleri de yer yer var. Özellikle Fall İnto Skies parçasında duyabilirsiniz. Somapala bütün parçalarda mükemmel bir iş çıkarmış. Hem atmosfer içinde hem de sert bölümlerde tam görevini yapmış. Burada tabii ki davulun tonlamasını da es geçmemek lazım. Agresifliği ve akıcılığı sağlayan bir tonlama söz konusu tabii ki gitar riffleri de burada büyük paya sahip ama çok teknik davullar olmamasına rağmen, davul o akıcılığı çok iyi sağlıyor. Fakat bu albümün gizli silahı kesinlikle klavye ve synth kurguları. Baslara bakacak olursak. Çok ön plana çıkan bir bas şekli yok. Daha çok sound'u destekleyici biçimde kullanılmış.

Bu albümü alıp dinlediğiniz zaman kesinlikle pişman olmazsınız diye düşünüyorum.

Songs / Tracks Listing

1.Homeland
2.The World Forgotten Sons
3.Sun Of Utopia
4.Eyes Of A Child
5.Absinth
6.Fall In The Skies
7.Healing Waters
8.Canonize Your Sins
9.See The Light
10.You Can Sleep While You're Dead

Line-up / Musicians

Chitral "Chity" Somapala - Vocals
Christian Moser - Guitars
Markus Teske - Keyboard, Programming
Tommy Schmitt - Bass
Andy Klein - Drums

Produced by Markus Teske and Andy Kuntz

Albümü buradan alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

7 Kasım 2010 Pazar

Pantommind - Lunasense


Bulgaristan'dan bu grupla birlikte Mystica'yı da dinlemiştim, o da beni aynen bu grup gibi riff açısından etkileyen gruplardan biriydi. Balkanlardan böyle gruplar çıkması sevindirici gerçekten. Bulgar grubun ilk albümden tam dört yıl sonra 2009 yılında çıkardığı ikinci albüm olan Lunasense beni şaşırtan albümlerden biri oldu. Shade of Faith albümünde de mükemmel bir organize müzik anlayışı vardı ama bu albümde daha agresif bir yapı var. Dört sene sonra çıkardıkları ikinci albümde virtüöz yapı daha da derin bir hal almış. Hatta albümün daha başlarındaki introda kendini gösteriyor. Bu açıdan daha önceden de yazısını yazdığım Thought Chamber'a benzetmiyor değilim.

O virtüöz yapı daha karanlık, agresif bir yapıyla birleşince mükemmel bir albüm ortaya çıkmış. Bunda Tony İvan'ın yapmış olduğu doomvari vokallerinde etkisi var. Daha ilk parça olan Transmission Part I'da ne kadar enstrüman yüklü bir albüm olabileceğini gösteriyor. Buradaki melodi alt yapısı synth ile oluşturulmuş. Gitar sololarındaki akıcılık ve duygusallık, parçanın doğu ezgili bir melodi koymasını engellemiyor. Aslında albümün başlama noktası Erasable Tears diyebiliriz. Çünkü ilk girişteki enstrümantel parça farklı kurgulanmış. Albümün daha sonra gelecek olan aynı isimde ki Transmission Part II ise DT yapısında olan enstrümantel seri gibi değil. Parça, etkili piano ve synth iş birliğiyle kotarılmış. Akustik arpejler açısından Fates Warning'i andıran yerlerin olması özellikle Sandglass parçasında, albümün karanlık yapısını ortaya çıkarmış. Dark Prog dediğimiz tarza yaklaşacak kadar bir riff yapısı var. Wolf'da riff ve pionaların işbirliği ile hissedilen o kasvet Sandglass'ta akustik arpejlerle çok daha fazla hissedilir durumda. Davulların parçalardaki geçişleri bambaşka bir hava katmış. Sanki böyle daha latinvari tomların, karanlık melodi anlayışıyla birleşimini geçişlerde kullanmışlar. Bu da grubu ilginç kılan noktalardan biri. Tony İvan'ın buradaki ses aralığını bu kadar etkin kullanması da bu havayı daha biraz daha kıran bir etken olarak kullanılmış.

To Days of Old parçasından sonra açıkçası albümdeki riff değişimi gözlenebilir, daha Psychotic Waltz alt yapılı riff yapısına geçiş var. Tony İvan'ın özellikle Blank parçasındaki agresifliği albümün patlama noktalarından birisi. Ayrıca bu parçadaki Malmsteenvari soloların, rifflerin arasına bu kadar iyi yedirilmesi etkileyici gerçekten. Bu parçada dahil olmak üzere birçok parçada duygusallık yoğun olarak hissediliyor ama aynı zamanda da bir kasvet ve agresiflik var. Shade of Faith'in o melodik yapısı burada agresifliğe bırakmış kendini. Transmission Part II, albümün devamlılığında çok önemli bir rol oynuyor. Gitarlardaki sweapli, neo klasik yapıyı albümün birkaç yerinde hissedebilirsiniz. Özellikle bazı yerlerde vokallerin altında saklanmış bir biçimde yerleştirilmiş.

Bu albümde en ilgi çeken nokta akustik gitarlarla oluşturulmuş o karanlık, kasvetli hava oldu. Tony İvan'ın katkısıyla birlikte albümün son parçasında elektronik soundlar az olsa bile var. Daha önce "Conception Flow" albümünde gördüğümüz Roy Khan'ın vokal tekniği yer yer denenmiş. Vokallerdeki birkaç duygunun bir araya gelmesi gibi. Albümün son parçası olan I'll Never Be The Same'in sonundaki etkili melodi oluşumu, sanki bazı filmlerin sonunda yazan To Be Continued dermiş gibi.

Bundan sonraki albüm için dört yıl beklemeyiz umarım.

Songs / Tracks Listing

1. Transmission Part I (instrumental) (4:00)
2. Erasable Tears (4:23)
3. Wolf (6:16)
4. Sandglass (5:51)
5. Letter To No One (5:08)
6. To The Days Of Old (5:08)
7. Blank (6:43)
8. Transmission Part II (instrumental) (2:43)
9. My Home (Into Infinity) (5:53)
10. I'll Never Be The Same (6:00)

Line-up / Musicians

Tony Ivan / lead,backing vocals
Pete Christ / electric and acoustic guitars,bass,piano,backing vocals
Peter Vichew / guitars
Sunny X / keyboards
Drago / drums,percussion,backing vocals

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

5 Kasım 2010 Cuma

Novact - Tales From The Soul (2005)


Hollanda'dan çıkan gruplardan biri Novact. 2005 yılında çıkan ve tek albümleri olan Tales From The Soul albümü de bu yazının konusu olacak. Öncelikle şunu söylemeliyim. Bu grup diğer progressive gruplardan çok rahat bir şekilde ayrılacak özelliklere sahip. Her açıdan kendini diğer gruplardan farklı kılıyor. Progressive müziğin teknik kısmında olmaktansa daha minimal kısmında olmayı yeğlemiş gruplardan biri. Bunu ben daha önce Threshold'un Dead Reckoning albümünde gördüm. Hatta bu progressive mantığı Tad Morose'un Sender of Thoughts albümünde görebilirsiniz. Bunu müziklerini benzetme açısından söylemiyorum, sadece müziklerindeki yapıyı anlatmaya çalışıyorum. Bu gruplardan çok daha fazla melodik bir yapıları olduğu kesin ve bu melodiyi birkaç yönden kurmuşlar. Bazen akustik arpejlerin arkasında giden baslar, bazense yırtıcı rifflerin arkasında giden zillerin kullanımıyla. Aslında bu da grubu oldukça zengin bir grup yapmış. Melodiyi hiç bir zaman bırakmıyorlar her parçanın bir tarafında mutlaka etkin bir melodi geçişi hissediyorsunuz. Ayrı bir noktada, Eddie Borremans'ın müzik içindeki etkinliğinden de bahsetmek gerek.

Albüm genel olarak baslarla desteklenen atmosfer ağırlıklı klavyelerle, basit gitar rifflerinin birleşimi gibi. Bunun üzeri, Eddie Borremans'ın çok güzel vokal melodileri ile süslenmiş. Genel melodi alt yapısı bundan ötürü vokale ait. Sololarda bu melodilerin bir üst seviyeye çıkarılmış enstrümantel halini görüyorsunuz. Hope and Fear ile o sanki basitleştirilmiş ama çok etkili olan riff yapısını grup size hemen hissettiriyor ama bir yandan melodik tarafının ne kadar güçlü olduğunu da gösteriyor. Bence böyle grupların farkı şurada; ilk dinleyişinizde hiç bir zaman size inanılmaz dedirtmiyor. Size sadece sıradan riffleri olan sıradan müzik kurguları olan hatta progressive bile değil sanki heavy progressive bir grupmuş gibi geliyor. Fakat işin gerçeğinin öyle olmadığı birkaç dinlemeden sonra ortaya çıkıyor. Novact böyle bir grup. Synthlerin kurduğu atmosfer her parçada hissediyorsunuz özellikle Path of Daggers ve So Help Me God gibi parçalarda. Burada Michiel Reessink'e bir parantez açmak istiyorum. Klavye kurgularını klasik müzik içindeki bir yapıyla oluşturduğunu düşünüyorum. Etkili ve devamlı giden parçayı sürükleyen bir çalış biçimi var. Bunun üzerine Wouter Wamelink'in sololarının bunu devam ettirmesiyle de parçalar mükemmel bir hal alıyor. Riff gidişatları içinde sön dönem Threshold'un (Dead Reckoning, Subsurface) riff gidişatını hissedebiliyorum. Fakat daha yuvarlak soundlarla kurgulanmış hali gibi. O kadar heavy bir yapısı yok.


Albümün genel sounduna gelecek olursak. Bir vokal bir sounda bu kadar etki eder mi diyor insan. Borremans'ın sesindeki renk soundun da aslında bu kadar yumuşak olmasını sağlayan etmenlerden bir tanesi. Zaten arkadaki klavye yürüyüşleri olsun, atmosferler olsun, gitarların tonlanması olsun, çok ince ve naif bir şekilde oluşturulmuş. Her parçada bu yapı var. Yani albümün belli kırılma anları yok, yükselen veya alçalan bir yapı içinde değil. Daha düz bir yapı içinde gidiyor. Sound ve parça yapıları o şekilde. Tabii ki bu rifflerin yırtıcı olmadığı anlamına gelmiyor. Amiyane tabirle gaza getirici bölümler bulunuyor. Tekrar Borremans'ın vokaline dönecek olursak her vokalde olamayacak bir ses rengi var. Bu yüzden grubu da çok büyük bir kişilik katmış durumda. Bazen vokal bu kadar önemli bir yerde olabiliyor. Eddie Borremans'da öyle bir vokal. Yumuşakta söylese, hırçın bir şekilde de söylese ses tonunda ki o kimlik kaybolmuyor. Metalin içinden gelmemiş biri olması bu açıdan etken olabilir.

Grubun davulcusu Martijn Peters gruba melodik anlamda ayrı bir anlam katan etmenlerden bir tanesi. Zilleri bu kadar melodik kullanması, grubun o melodik yapısını daha da derinleştirmiş. Yer yer onda Gavin Harrison'ın zil kullanımlarını hissediyorum. Özetleyecek olursak çok renkli, melodik olarak yoğun, etkili gitar soloları ile etkili atmosferlerin olduğu ve çok orjinal bir tona sahip bir vokalin bulunduğu bir albüm diyebiliriz.


Songs / Tracks Listing

1. Sharply Condemned (4:35)
2. Hope And Fear (5:35)
3. Eternal Life (5:23)
4. Path Of Daggers (4:53)
5. So Help Me God (7:02)
6. Flower (5:05)
7. The Rider (3:51)
8. Nothing Worth Fighting For (4:21)
9. Promises (6:03)
10. Bad Religion (5:36)

Line-up / Musicians
- Eddy Borremans / vocals
- Jeroen van Maanen / bass
- Martijn Peters / drums
- Michiel Reessink / keyboards
- Wouter Wamelink / guitars

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

O benim için bir efsane: Vito Bratta

Son zamanlarda albüm odaklı bir şeyler yazdığımı fark ettim ve daha genel bir yazı yazmaya karar verdim. O da benim için efsane olan Vito Bratta yazısı oldu. Çocukluğumdan beri beni gitara özendiren ve hala da her dinleyişimde aynı duyguyla dinlediğim nadir müzisyenlerden biridir. Zamanında White Lion diye bir efsane olduysa bunda en büyük pay Vito'nundur. Türkiye'de Vito Bratta'yı, White Lion'ı detayıyla daha iyi anlatabilecek ve anlatmış olan insanlar var. Ben sadece kendi görüşlerimi sunacağım.

İlk dinleyişimde Vito'nun ben de bıraktığı etki sololarında temiz tonlarıydı. Eskiden videolarda izlersem bile Vito'nun bir gitardan öyle tonları nasıl çıkardığını aklım almıyordu. Ancak bir piano'dan böyle tonlar çıkabilir heralde diyordum. Ama tabii ki Eddie Van Halen'ı daha sonradan tanıyacaktım, ilk tanımam gereken insanı. Öncelikle şunu söylemeliyim ki Vito Bratta bir solo gitaristen öte bir müzisyendir. Vito'ya solo gitarist veya White Lion'ın gitaristi demek bana göre Vito'ya bir hakarettir. Çünkü o White Lion'ın ana damarıdır. Bunu ben zamanla anladım. Vito'nun, eğer White Lion dağılmasaydı neler yapabileceğini de Big Game ve Mane Attraction gibi albümlerde görebilirsiniz. Müziğe bakış açısının o 3-4 sene içerisinde ne kadar değiştiğini ve aslında ne kadar progressive bir anlayışa büründüğünü görürsünüz. Tabii ki Pride albümünün bambaşka bir yeri vardır. Tıpkı Savatage'ın Streets albümünün bambaşka bir yerde olduğu gibi. Fakat bu albümlerdeki gelişim göz ardı edilemez.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Mindflow - Mind Over Body (2006)


Brezilya'dan sağlam gruplar çıktığını biliyoruz. Khallice, İmago Mortis gibi sağlam Progressive gruplar dinlemiştim Brezilya'dan çıkan. Ama Mindflow'un yeri bu albümden sonra benim için ayrı oldu. Genel olarak yapabileceğim yakıştırma Pain of Salvation'ın vokal şekilleriyle Dream Theater'ın müziğinin harmanlanmış hali gibi. Ama bundan daha fazlası var grupta. (Senfonik düzenlemeler, yer yer etnik öğeler, çoklu vokaller, duygusal keman kullanımları) Vanden Plas'ı nasıl artık Dream Theater'ın gölgesinde göremiyorsam bu grubu da göremiyorum hele Mind Over Body gibi bir albümü dinledikten sonra. Grubu, ilk albümleri olan Just The Two of US Me and Them albümüyle tanıdım ve zaten bu albümle grubun kaliteli bir grup olduğunu anlamıştım. 2006 çıkışlı bu ikinci albümünü dinledikten sonra gruba olan ilgim daha da arttı.

Bu albümde kendilerini ilk albüme göre daha fazla geliştirdikleri kesin. Aynı gidişat var müzikte ama daha progressive hali. O ilk albümdeki birbirine bağlı kısa soluklu, arada yükselen parçalar yerini daha uzun soluklu, kendini teknik açıdan daha ön plana çıkartan parçalara bırakmış. Bazen albüm öyle bir hal alıyor ki hiç beklemeyeceğiniz melodi şekilleri karşınıza çıkıyor, A Gift to You parçasındaki gibi. Müziğin temelinde Dream Theater yatıyor ama Benilo Herbert'in buradaki vokal tarzı ve bazı yerlerde ki akustik, piano düzenlemeleri müziği bambaşka yerlere götürüyor. Benilo'nun yüksek perdelere çıkan bir sesi olduğunu söyleyemeliyim, albümün bazı yerlerinde bunu açıkça gösteriyor. Çok farklı vokal yapıları göreceğiniz kesin. Müziğin içinde ki küçük geçişler biraz olsun daha yöresel şeyleri size hissettiriyor. Aslında albüm klasik bir progressive metal yapı içinde başlıyor. Fakat daha sonra ki bölümlerde grubun çok derin ve ince işler çıkarabileceğini görüyoruz. Başlarda etkisini gösteren elektronik soundların agresif rifflerle olan sentezi de albümün güçlü olduğunu bir anlamda gösteriyor.


Bazı gruplarda şöyle bir müzik gidişatı var. Mesela Macar grup Stonehenge'den örnek verecek olursak. Albümlerindeki ilk parçada uzun soluklu enstrüman ve vokal tekniklerinden sonra parçanın bir yeri mutlaka etkili bir melodi ile kopuş yaşıyor. Bu Mindflow'da da var. Daha ilk parçada (Crossing Enemy's Line) ne kadar duygusal ve derin bir grup olduklarını gösteriyorlar. İlk iki parçadan sonra albüm daha alternative soundların hakim olduğu bir hale dönüşüyor ve Wolverine'ın Still albümündeki tablo önümüze çıkıyor. Bu açıdan çok vurucu bir albüm olduğunu söylemeliyim. Bunun üstüne gelen Gildenlöwvari vokaller de cabası. Bu açıdan bakıldığında çoklu vokal tekniğinin yoğun olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu albümü daha değerli kılan tarafın kesinlikle vokal teknikleri ve verdiği duygular olduğunu düşünüyorum. Bazı parçalarda kullanılan kemanın da vokallerle birlikte melodi oluşumlarında oldukça etkili kullanıldığını kanaatindeyim. Bu da albümü bambaşka bir noktaya getiriyor. Özellikle son parça olan Hide and Seek'de grubun o kaotik, karanlık tarafını ortaya çıkartıyor. Hellbitat ve Follow Your İnstinct gibi parçalarda da grubun teknik açıdan üst seviyelerde olduğunu unutmamak gerek.

Sound açısından oldukça güçlü bir albüm. İçinde Quidamvari alternative soundlar barındırmasına rağmen hiç bir zaman aslında grubun temelinde bulunan o sert soundu bırakmıyorlar. Soundlardaki kullanımlar grubun daha da progressive bir yapı içine bürünmesinde büyük rol oynamış. Yer yer konulan, müziğin altında dolaşan o ses öbeği akustik kısımlarda daha etkili bir atmosfer oluşturmasına sebep olmuş.

Her prog severin dinlemesi gereken bir albüm.

Songs / Tracks Listing

1. Crossing Enemy's Line (12:16)
2. Upload Spirit (7:97)
3. A Thousand Miles From You (3:49)
4. Just Water,You Navigate (5:23)
5. Chair Designer (10:43)
6. A Gift to You (2:47)
7. Hellbitat (12:00)
8. Follow Your Instinct (15:50)
9. Hide and Seek (9:51)

Line-up / Musicians

- Benilo Herbert / lead vocals
- Rodrigo Hidalgo / guitars, backing vocals
- Rafael Pensado / drums, backing vocals
- Ricardo Winandy / bass
- Miguel Spada / keyboards, backing vocals

Guest musician:
- Andreia Salinas / violin (6, 7 & 9)

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsin.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...