13 Aralık 2010 Pazartesi

When Day Descends - s/t

Australia'nın Tasmania adlı küçük bir bölgesinden çıkan bir müzik grubu. 2010 yılında çıkan, grupla aynı adı taşıyan albümleri When Day Descends bu yazımın konusu. Albüm 10 dakikanın aşağısında olmayan 5 tane parçadan oluşuyor. Her parçanın kendi içinde büyük bir anlamı var. 2005 yılındaki Transcends albümünden en büyük farkı, müziğin içinde vokalin olması. Transcends albümündeki gibi parçalar gene arpejler üzerine kurulmuş. Fakat bu sefer daha sert bir yapı göze çarpıyor. Müziğin temellerinde yatan Opeth müzik yapısı hala devam ediyor. Bu albümde daha az da olsa orta çağ folk müziğinden kopan Ulvervari akustik düzenlemeler ayrıca göz çarpan unsurlardan bir tanesi.

Önemli olan noktalardan bir tanesi tabii ki vokal. Çünkü grup, ilk defa bu albümde vokal kullanıyor. Müziğin sadeliğine uygun bir şekilde vokal partisyonları var. Yer yer jazzvari, yer yer avande garde'a yakın bölümler sezebilirsiniz. New Bell adında ki ilk parçadan itibaren o Opeth havasını albüm size veriyor. Ritm ve melodi gidişleri oldukça benzer. Tabii müziğin katmanlarının altında yürüyen hammond kullanımlarını unutmamak gerek. Ne zaman müziği dinlerken hammondların kullanımına dikkat etsem Anekdoten aklıma geliyor. Sound yapısı olarakta Anekdoten ile benzerlikler göstermiyor değil. Mat ve pürüzlü bir yapısı var. Her ne kadar duygusallık olsa da bir yerde mutlaka bir kirli taraf buluyorsunuz. A Fragile Disguise ile birlikte Ulver Kveldssanger albümünün yapısını oldukça hissedebilirsin. Orta Çağ folkunu andıran çoklu vokaller ile birlikte yürüyen klasik gitar arpejleri. Burada ki fark müzik daha canlı bir halde. Katatonia'yı andıran, süre giden melodiler içinde betimlenmiş. Parçanın içindeki duygu dönüşümleri minimal yapıyı bozmayan bir biçimde yerleştirilmiş. Bu parçada hammond kullanımı oldukça müziğin temelinde yer alıyor. Bir yandan da karanlık arpejler.

Albüm kapağına biraz olsun değinmek istiyorum. Müziğin minimal yapısı albüm kapağında da vücut bulmuş. Müziğin kasvetli yapısı kapağa da yansımış. Aslında bir yandan albümde bulunan esnek yapıyı kapağın tasarımında da görüyoruz. Siyah üzerine oluşturulmuş bir beyaz leke ve o lekenin neye benzediği size bırakılmış. Albümdeki müziğe hangi gözle bakıyorsanız, kapağına da aynı bakış açısıyla bakıp gördüğünüz şekil değişebilir.

Songs / Tracks Listing

1. New Bell (11:15)
2. A Fragile Disguise (11:36)
3. Where Trees Die Alone (12:08)
4. White Feathers (10:05)
5. Comrade (10:13)

Line-up / Musicians

-Dave Caswell / Guitars
-Linton Tuleja / Drums
-Liam Constable / Guitars, Vocals

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albüm hakkında bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

23 Kasım 2010 Salı

Newbreed - Child of the Sun

Child of the Sun, Newbreed adlı Polonyalı grubun ikinci albümleri. Depresif bir melodi anlayış ile oldukça mat soundlar içinde yürüyen gitar riffleri albümün temel alt yapısını oluşturuyor. Sekiz şarkıdan oluşan albümde, parçalar ortalama dokuz dakika. Albümde tekniğin, Opeth, Still Life dönemini andıran derin akustik partisyonlarla birleşimi göze çarpıyor.

Albüm atmosfer olarak sizi daha ilk parçanın, ilk dakikasından itibaren içine almaya başlıyor. Giriş parçası olan So Far Away from Here albümün genelinde olacak olan o kasvetli melodik yapısını hissettiriyor. Opeth'in Still Life döneminde yavaş yavaş yükselen, atmosferi yavaş yavaş müziğin içine yerleştiren yapısını burada hissedebilirsiniz. By the Sea parçasının ortalarından itibaren de atonal arpejlerin, derin elektronik ritm yapısı ile albüm daha alternatif bir hal alıyor, albümün karamsarlığı hiç bir zaman bitmiyor. Birçok Polonyalı grubun kanında dolaşan Riverside müzik yapısı bu grupta da var fakat daha karamsar ve içinde daha farklı öğeleri birleştirmeyi başarmış bir şekilde. Sound olarak Riverside kadar parlak bir sound yok. Votum grubunun sounduna daha yakın görüyorum soundlarını. Innocence parçasında Opeth'in akustik yüklü parça yapısının Tomasz Wolonciej'in Duda tarzı vokalinin birleşimi net olarak görülüyor. Albümü ikiye bölen ama aynı zamanda da birleştirici bir özelliği var parçanın. Horizon parçası ile duygusallık biraz sıyrılıp o kaotik havalarına geri dönüyorlar. Bu parçada gene Opeth müziğinin gidişatını hissedebilirisiniz. Opeth'teki dolgun sound yok fakat müzikteki inişler ve çıkışlar açısından benzerlik gözleniyor. Riff üzerine kurulu daha teknik tarafların olduğu aşikar. Özellikle bu parçada teknik rifflerin, atonal gitar soloları dikkat çeken başka bir etmen. Green Hill Top ile birlikte ilk defa Ulver'in son dönemlerini andıran vokal teknikleriyle oluşturulmuş bir atmosfer çıkıyor karşımıza. Her parçada olduğu gibi burada da akustik yapı parçayı yürüten unsur olarak kullanılmış. Solo açısından rock tabanlı sololar hakim. Butterfly Colours'ta By the Sea'de gördüğüm atonal bölümlerin daha da derin halini görebiliriz. Buradaki vokal tarzının şizofrenik durumunun büyük etkisi var.

Vokale ayrı bir paragraf açacak olursak. Albümün birkaç yeri dışında vokalin genelde farklı kurgular içine girmediğini görebiliriz. Teknikten ziyade atmosfer olarak müziğin içinde yer aldığını söyleyebilirim. Aslında müziğin gidişatı da buna pek izin vermiyor. Davul soundu bakımından oldukça melodik olduğunu söyleyebilirim. Son dönem Katatonia, Great Cold Distance ayarında davullar duyabilirsiniz.

Son olarak; Mindflow, Thought Chamber, Pantommind kadar beni vuran, etkileyen bir grup değil. Fakat Polonyanın o soğuk, karanlık tarafını seviyorsanız kesinlikle dinlemeniz gereken bir albüm diyebilirim. Albümde elektronik, atonal jazz tabanlı çok farklı elementlerle karşılaşabilirsiniz.

Songs / Tracks Listing

1. So Far Away From Here (9:28)
2. By the Sea (9:32)
3. Red (8:33)
4. Innocence (2:33)
5. Horizon (7:18)
6. Green Hill Top(09:17)
7. Child of Sun (Instrumental) (9:24)
8. Butterfly Colours (7:48)

Line-up / Musicians

- Tomasz Wolonciej / vocals,guitars
- Piotr Bialkowski / guitars
- Stanislaw Wolonciej / drums,bass,keys

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Grup hakkında bilgi buradan edinebilirsiniz.

12 Kasım 2010 Cuma

Red Circuit - Homeland


Alman grup, Red Circuit'ın ilk albümünden üç yıl sonra çıkardıkları Homeland albümü bu yazımın konusu olacak. Almanya'dan çıkan progressive metal gruplarda, değişik bir anlayış olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde de belirtmiştim. Vanden Plas tarzı melodi kurguları seviyorsanız, bu grubu seveceğinizden şüphem yok. Vanden Plas'ın prodüksiyonunda yer alan Markus Teske'nin burada ki önemi oldukça fazla tabii ki. Agresif rifflerin, duygusal akustik ve melodilerle birleşimi var albümde genel olarak. Artı olarakta senfonik düzenlemeler.

Albüme de adını veren Homeland parçasında o senfonik düzenlemeleri duyabilirsiniz. Rifflerin senfonik öğeler ile bağlantısı kusursuz bir şekilde yapılmış. Gitar soloları bakımından oldukça tatmin edici. The World Forgotten Sons parçası ile albümde ki pianoların öneminin oldukça arttığını görebiliyoruz. Piano ve vokal melodileri oldukça etkili kurgulanmış. Bu açıdan Vanden Plas ile benzerlik gösteriyor diyebiliriz. Albümde karanlık melodi kurgularını da ihmal etmemişler özellikle üçüncü parça olan Sun of Utopia'da. Somapala'nın burada ki ses tonu bu karanlık havayı daha da derinleştirir nitelikte. Parçaları genellikle vokal melodileri ve arka planda yer alan Synthler taşıyor. Bunların üstüne bir de klavye ve gitar atışmaları gelince güzel bir tablo çıkıyor karşımıza. Avrupalı progressive metal gruplarında olan melodi yoğunluğu bu grupta da su yüzüne çıkmış durumda. İlk albüm olan Trance State albümüne göre sound ve düzenleme olarak kendilerini geliştirmişler. Prodüksiyon'da bulunan Markus Teske ve Andy Kuntz'un Vanden Plas'taki gelişimlerini buraya da yansıtmış olmaları mutluluk verici.


Akustiklerin önemi bu albümde çok büyük. Albümde genel olarak yavaş yavaş yükselen bir yapı var ve bu yapı içinde, akustiklerin büyük bir rolü var. Yer yer 70'leri andıran organ tonlar kullanılmış. Rifflerin arkasına güzel bir hava kattığını düşünüyorum. Özellikle Absinth parçasında gitarlarla birlikte melankolik bir hava sağlamış. Yırtıcı rifflerin arasına giren mükemmel gitar soloları mevcut. O, bu gruplar içinde klasik haline gelmiş melodik havayı bozmadan konulmuş. Kısa ama etkili sololar bulunuyor. Farklı elektronik sound denemeleri de yer yer var. Özellikle Fall İnto Skies parçasında duyabilirsiniz. Somapala bütün parçalarda mükemmel bir iş çıkarmış. Hem atmosfer içinde hem de sert bölümlerde tam görevini yapmış. Burada tabii ki davulun tonlamasını da es geçmemek lazım. Agresifliği ve akıcılığı sağlayan bir tonlama söz konusu tabii ki gitar riffleri de burada büyük paya sahip ama çok teknik davullar olmamasına rağmen, davul o akıcılığı çok iyi sağlıyor. Fakat bu albümün gizli silahı kesinlikle klavye ve synth kurguları. Baslara bakacak olursak. Çok ön plana çıkan bir bas şekli yok. Daha çok sound'u destekleyici biçimde kullanılmış.

Bu albümü alıp dinlediğiniz zaman kesinlikle pişman olmazsınız diye düşünüyorum.

Songs / Tracks Listing

1.Homeland
2.The World Forgotten Sons
3.Sun Of Utopia
4.Eyes Of A Child
5.Absinth
6.Fall In The Skies
7.Healing Waters
8.Canonize Your Sins
9.See The Light
10.You Can Sleep While You're Dead

Line-up / Musicians

Chitral "Chity" Somapala - Vocals
Christian Moser - Guitars
Markus Teske - Keyboard, Programming
Tommy Schmitt - Bass
Andy Klein - Drums

Produced by Markus Teske and Andy Kuntz

Albümü buradan alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

7 Kasım 2010 Pazar

Pantommind - Lunasense


Bulgaristan'dan bu grupla birlikte Mystica'yı da dinlemiştim, o da beni aynen bu grup gibi riff açısından etkileyen gruplardan biriydi. Balkanlardan böyle gruplar çıkması sevindirici gerçekten. Bulgar grubun ilk albümden tam dört yıl sonra 2009 yılında çıkardığı ikinci albüm olan Lunasense beni şaşırtan albümlerden biri oldu. Shade of Faith albümünde de mükemmel bir organize müzik anlayışı vardı ama bu albümde daha agresif bir yapı var. Dört sene sonra çıkardıkları ikinci albümde virtüöz yapı daha da derin bir hal almış. Hatta albümün daha başlarındaki introda kendini gösteriyor. Bu açıdan daha önceden de yazısını yazdığım Thought Chamber'a benzetmiyor değilim.

O virtüöz yapı daha karanlık, agresif bir yapıyla birleşince mükemmel bir albüm ortaya çıkmış. Bunda Tony İvan'ın yapmış olduğu doomvari vokallerinde etkisi var. Daha ilk parça olan Transmission Part I'da ne kadar enstrüman yüklü bir albüm olabileceğini gösteriyor. Buradaki melodi alt yapısı synth ile oluşturulmuş. Gitar sololarındaki akıcılık ve duygusallık, parçanın doğu ezgili bir melodi koymasını engellemiyor. Aslında albümün başlama noktası Erasable Tears diyebiliriz. Çünkü ilk girişteki enstrümantel parça farklı kurgulanmış. Albümün daha sonra gelecek olan aynı isimde ki Transmission Part II ise DT yapısında olan enstrümantel seri gibi değil. Parça, etkili piano ve synth iş birliğiyle kotarılmış. Akustik arpejler açısından Fates Warning'i andıran yerlerin olması özellikle Sandglass parçasında, albümün karanlık yapısını ortaya çıkarmış. Dark Prog dediğimiz tarza yaklaşacak kadar bir riff yapısı var. Wolf'da riff ve pionaların işbirliği ile hissedilen o kasvet Sandglass'ta akustik arpejlerle çok daha fazla hissedilir durumda. Davulların parçalardaki geçişleri bambaşka bir hava katmış. Sanki böyle daha latinvari tomların, karanlık melodi anlayışıyla birleşimini geçişlerde kullanmışlar. Bu da grubu ilginç kılan noktalardan biri. Tony İvan'ın buradaki ses aralığını bu kadar etkin kullanması da bu havayı daha biraz daha kıran bir etken olarak kullanılmış.

To Days of Old parçasından sonra açıkçası albümdeki riff değişimi gözlenebilir, daha Psychotic Waltz alt yapılı riff yapısına geçiş var. Tony İvan'ın özellikle Blank parçasındaki agresifliği albümün patlama noktalarından birisi. Ayrıca bu parçadaki Malmsteenvari soloların, rifflerin arasına bu kadar iyi yedirilmesi etkileyici gerçekten. Bu parçada dahil olmak üzere birçok parçada duygusallık yoğun olarak hissediliyor ama aynı zamanda da bir kasvet ve agresiflik var. Shade of Faith'in o melodik yapısı burada agresifliğe bırakmış kendini. Transmission Part II, albümün devamlılığında çok önemli bir rol oynuyor. Gitarlardaki sweapli, neo klasik yapıyı albümün birkaç yerinde hissedebilirsiniz. Özellikle bazı yerlerde vokallerin altında saklanmış bir biçimde yerleştirilmiş.

Bu albümde en ilgi çeken nokta akustik gitarlarla oluşturulmuş o karanlık, kasvetli hava oldu. Tony İvan'ın katkısıyla birlikte albümün son parçasında elektronik soundlar az olsa bile var. Daha önce "Conception Flow" albümünde gördüğümüz Roy Khan'ın vokal tekniği yer yer denenmiş. Vokallerdeki birkaç duygunun bir araya gelmesi gibi. Albümün son parçası olan I'll Never Be The Same'in sonundaki etkili melodi oluşumu, sanki bazı filmlerin sonunda yazan To Be Continued dermiş gibi.

Bundan sonraki albüm için dört yıl beklemeyiz umarım.

Songs / Tracks Listing

1. Transmission Part I (instrumental) (4:00)
2. Erasable Tears (4:23)
3. Wolf (6:16)
4. Sandglass (5:51)
5. Letter To No One (5:08)
6. To The Days Of Old (5:08)
7. Blank (6:43)
8. Transmission Part II (instrumental) (2:43)
9. My Home (Into Infinity) (5:53)
10. I'll Never Be The Same (6:00)

Line-up / Musicians

Tony Ivan / lead,backing vocals
Pete Christ / electric and acoustic guitars,bass,piano,backing vocals
Peter Vichew / guitars
Sunny X / keyboards
Drago / drums,percussion,backing vocals

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

5 Kasım 2010 Cuma

Novact - Tales From The Soul (2005)


Hollanda'dan çıkan gruplardan biri Novact. 2005 yılında çıkan ve tek albümleri olan Tales From The Soul albümü de bu yazının konusu olacak. Öncelikle şunu söylemeliyim. Bu grup diğer progressive gruplardan çok rahat bir şekilde ayrılacak özelliklere sahip. Her açıdan kendini diğer gruplardan farklı kılıyor. Progressive müziğin teknik kısmında olmaktansa daha minimal kısmında olmayı yeğlemiş gruplardan biri. Bunu ben daha önce Threshold'un Dead Reckoning albümünde gördüm. Hatta bu progressive mantığı Tad Morose'un Sender of Thoughts albümünde görebilirsiniz. Bunu müziklerini benzetme açısından söylemiyorum, sadece müziklerindeki yapıyı anlatmaya çalışıyorum. Bu gruplardan çok daha fazla melodik bir yapıları olduğu kesin ve bu melodiyi birkaç yönden kurmuşlar. Bazen akustik arpejlerin arkasında giden baslar, bazense yırtıcı rifflerin arkasında giden zillerin kullanımıyla. Aslında bu da grubu oldukça zengin bir grup yapmış. Melodiyi hiç bir zaman bırakmıyorlar her parçanın bir tarafında mutlaka etkin bir melodi geçişi hissediyorsunuz. Ayrı bir noktada, Eddie Borremans'ın müzik içindeki etkinliğinden de bahsetmek gerek.

Albüm genel olarak baslarla desteklenen atmosfer ağırlıklı klavyelerle, basit gitar rifflerinin birleşimi gibi. Bunun üzeri, Eddie Borremans'ın çok güzel vokal melodileri ile süslenmiş. Genel melodi alt yapısı bundan ötürü vokale ait. Sololarda bu melodilerin bir üst seviyeye çıkarılmış enstrümantel halini görüyorsunuz. Hope and Fear ile o sanki basitleştirilmiş ama çok etkili olan riff yapısını grup size hemen hissettiriyor ama bir yandan melodik tarafının ne kadar güçlü olduğunu da gösteriyor. Bence böyle grupların farkı şurada; ilk dinleyişinizde hiç bir zaman size inanılmaz dedirtmiyor. Size sadece sıradan riffleri olan sıradan müzik kurguları olan hatta progressive bile değil sanki heavy progressive bir grupmuş gibi geliyor. Fakat işin gerçeğinin öyle olmadığı birkaç dinlemeden sonra ortaya çıkıyor. Novact böyle bir grup. Synthlerin kurduğu atmosfer her parçada hissediyorsunuz özellikle Path of Daggers ve So Help Me God gibi parçalarda. Burada Michiel Reessink'e bir parantez açmak istiyorum. Klavye kurgularını klasik müzik içindeki bir yapıyla oluşturduğunu düşünüyorum. Etkili ve devamlı giden parçayı sürükleyen bir çalış biçimi var. Bunun üzerine Wouter Wamelink'in sololarının bunu devam ettirmesiyle de parçalar mükemmel bir hal alıyor. Riff gidişatları içinde sön dönem Threshold'un (Dead Reckoning, Subsurface) riff gidişatını hissedebiliyorum. Fakat daha yuvarlak soundlarla kurgulanmış hali gibi. O kadar heavy bir yapısı yok.


Albümün genel sounduna gelecek olursak. Bir vokal bir sounda bu kadar etki eder mi diyor insan. Borremans'ın sesindeki renk soundun da aslında bu kadar yumuşak olmasını sağlayan etmenlerden bir tanesi. Zaten arkadaki klavye yürüyüşleri olsun, atmosferler olsun, gitarların tonlanması olsun, çok ince ve naif bir şekilde oluşturulmuş. Her parçada bu yapı var. Yani albümün belli kırılma anları yok, yükselen veya alçalan bir yapı içinde değil. Daha düz bir yapı içinde gidiyor. Sound ve parça yapıları o şekilde. Tabii ki bu rifflerin yırtıcı olmadığı anlamına gelmiyor. Amiyane tabirle gaza getirici bölümler bulunuyor. Tekrar Borremans'ın vokaline dönecek olursak her vokalde olamayacak bir ses rengi var. Bu yüzden grubu da çok büyük bir kişilik katmış durumda. Bazen vokal bu kadar önemli bir yerde olabiliyor. Eddie Borremans'da öyle bir vokal. Yumuşakta söylese, hırçın bir şekilde de söylese ses tonunda ki o kimlik kaybolmuyor. Metalin içinden gelmemiş biri olması bu açıdan etken olabilir.

Grubun davulcusu Martijn Peters gruba melodik anlamda ayrı bir anlam katan etmenlerden bir tanesi. Zilleri bu kadar melodik kullanması, grubun o melodik yapısını daha da derinleştirmiş. Yer yer onda Gavin Harrison'ın zil kullanımlarını hissediyorum. Özetleyecek olursak çok renkli, melodik olarak yoğun, etkili gitar soloları ile etkili atmosferlerin olduğu ve çok orjinal bir tona sahip bir vokalin bulunduğu bir albüm diyebiliriz.


Songs / Tracks Listing

1. Sharply Condemned (4:35)
2. Hope And Fear (5:35)
3. Eternal Life (5:23)
4. Path Of Daggers (4:53)
5. So Help Me God (7:02)
6. Flower (5:05)
7. The Rider (3:51)
8. Nothing Worth Fighting For (4:21)
9. Promises (6:03)
10. Bad Religion (5:36)

Line-up / Musicians
- Eddy Borremans / vocals
- Jeroen van Maanen / bass
- Martijn Peters / drums
- Michiel Reessink / keyboards
- Wouter Wamelink / guitars

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

O benim için bir efsane: Vito Bratta

Son zamanlarda albüm odaklı bir şeyler yazdığımı fark ettim ve daha genel bir yazı yazmaya karar verdim. O da benim için efsane olan Vito Bratta yazısı oldu. Çocukluğumdan beri beni gitara özendiren ve hala da her dinleyişimde aynı duyguyla dinlediğim nadir müzisyenlerden biridir. Zamanında White Lion diye bir efsane olduysa bunda en büyük pay Vito'nundur. Türkiye'de Vito Bratta'yı, White Lion'ı detayıyla daha iyi anlatabilecek ve anlatmış olan insanlar var. Ben sadece kendi görüşlerimi sunacağım.

İlk dinleyişimde Vito'nun ben de bıraktığı etki sololarında temiz tonlarıydı. Eskiden videolarda izlersem bile Vito'nun bir gitardan öyle tonları nasıl çıkardığını aklım almıyordu. Ancak bir piano'dan böyle tonlar çıkabilir heralde diyordum. Ama tabii ki Eddie Van Halen'ı daha sonradan tanıyacaktım, ilk tanımam gereken insanı. Öncelikle şunu söylemeliyim ki Vito Bratta bir solo gitaristen öte bir müzisyendir. Vito'ya solo gitarist veya White Lion'ın gitaristi demek bana göre Vito'ya bir hakarettir. Çünkü o White Lion'ın ana damarıdır. Bunu ben zamanla anladım. Vito'nun, eğer White Lion dağılmasaydı neler yapabileceğini de Big Game ve Mane Attraction gibi albümlerde görebilirsiniz. Müziğe bakış açısının o 3-4 sene içerisinde ne kadar değiştiğini ve aslında ne kadar progressive bir anlayışa büründüğünü görürsünüz. Tabii ki Pride albümünün bambaşka bir yeri vardır. Tıpkı Savatage'ın Streets albümünün bambaşka bir yerde olduğu gibi. Fakat bu albümlerdeki gelişim göz ardı edilemez.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Mindflow - Mind Over Body (2006)


Brezilya'dan sağlam gruplar çıktığını biliyoruz. Khallice, İmago Mortis gibi sağlam Progressive gruplar dinlemiştim Brezilya'dan çıkan. Ama Mindflow'un yeri bu albümden sonra benim için ayrı oldu. Genel olarak yapabileceğim yakıştırma Pain of Salvation'ın vokal şekilleriyle Dream Theater'ın müziğinin harmanlanmış hali gibi. Ama bundan daha fazlası var grupta. (Senfonik düzenlemeler, yer yer etnik öğeler, çoklu vokaller, duygusal keman kullanımları) Vanden Plas'ı nasıl artık Dream Theater'ın gölgesinde göremiyorsam bu grubu da göremiyorum hele Mind Over Body gibi bir albümü dinledikten sonra. Grubu, ilk albümleri olan Just The Two of US Me and Them albümüyle tanıdım ve zaten bu albümle grubun kaliteli bir grup olduğunu anlamıştım. 2006 çıkışlı bu ikinci albümünü dinledikten sonra gruba olan ilgim daha da arttı.

Bu albümde kendilerini ilk albüme göre daha fazla geliştirdikleri kesin. Aynı gidişat var müzikte ama daha progressive hali. O ilk albümdeki birbirine bağlı kısa soluklu, arada yükselen parçalar yerini daha uzun soluklu, kendini teknik açıdan daha ön plana çıkartan parçalara bırakmış. Bazen albüm öyle bir hal alıyor ki hiç beklemeyeceğiniz melodi şekilleri karşınıza çıkıyor, A Gift to You parçasındaki gibi. Müziğin temelinde Dream Theater yatıyor ama Benilo Herbert'in buradaki vokal tarzı ve bazı yerlerde ki akustik, piano düzenlemeleri müziği bambaşka yerlere götürüyor. Benilo'nun yüksek perdelere çıkan bir sesi olduğunu söyleyemeliyim, albümün bazı yerlerinde bunu açıkça gösteriyor. Çok farklı vokal yapıları göreceğiniz kesin. Müziğin içinde ki küçük geçişler biraz olsun daha yöresel şeyleri size hissettiriyor. Aslında albüm klasik bir progressive metal yapı içinde başlıyor. Fakat daha sonra ki bölümlerde grubun çok derin ve ince işler çıkarabileceğini görüyoruz. Başlarda etkisini gösteren elektronik soundların agresif rifflerle olan sentezi de albümün güçlü olduğunu bir anlamda gösteriyor.


Bazı gruplarda şöyle bir müzik gidişatı var. Mesela Macar grup Stonehenge'den örnek verecek olursak. Albümlerindeki ilk parçada uzun soluklu enstrüman ve vokal tekniklerinden sonra parçanın bir yeri mutlaka etkili bir melodi ile kopuş yaşıyor. Bu Mindflow'da da var. Daha ilk parçada (Crossing Enemy's Line) ne kadar duygusal ve derin bir grup olduklarını gösteriyorlar. İlk iki parçadan sonra albüm daha alternative soundların hakim olduğu bir hale dönüşüyor ve Wolverine'ın Still albümündeki tablo önümüze çıkıyor. Bu açıdan çok vurucu bir albüm olduğunu söylemeliyim. Bunun üstüne gelen Gildenlöwvari vokaller de cabası. Bu açıdan bakıldığında çoklu vokal tekniğinin yoğun olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu albümü daha değerli kılan tarafın kesinlikle vokal teknikleri ve verdiği duygular olduğunu düşünüyorum. Bazı parçalarda kullanılan kemanın da vokallerle birlikte melodi oluşumlarında oldukça etkili kullanıldığını kanaatindeyim. Bu da albümü bambaşka bir noktaya getiriyor. Özellikle son parça olan Hide and Seek'de grubun o kaotik, karanlık tarafını ortaya çıkartıyor. Hellbitat ve Follow Your İnstinct gibi parçalarda da grubun teknik açıdan üst seviyelerde olduğunu unutmamak gerek.

Sound açısından oldukça güçlü bir albüm. İçinde Quidamvari alternative soundlar barındırmasına rağmen hiç bir zaman aslında grubun temelinde bulunan o sert soundu bırakmıyorlar. Soundlardaki kullanımlar grubun daha da progressive bir yapı içine bürünmesinde büyük rol oynamış. Yer yer konulan, müziğin altında dolaşan o ses öbeği akustik kısımlarda daha etkili bir atmosfer oluşturmasına sebep olmuş.

Her prog severin dinlemesi gereken bir albüm.

Songs / Tracks Listing

1. Crossing Enemy's Line (12:16)
2. Upload Spirit (7:97)
3. A Thousand Miles From You (3:49)
4. Just Water,You Navigate (5:23)
5. Chair Designer (10:43)
6. A Gift to You (2:47)
7. Hellbitat (12:00)
8. Follow Your Instinct (15:50)
9. Hide and Seek (9:51)

Line-up / Musicians

- Benilo Herbert / lead vocals
- Rodrigo Hidalgo / guitars, backing vocals
- Rafael Pensado / drums, backing vocals
- Ricardo Winandy / bass
- Miguel Spada / keyboards, backing vocals

Guest musician:
- Andreia Salinas / violin (6, 7 & 9)

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsin.

29 Ekim 2010 Cuma

Amaseffer - Slaves For Life (2008)

Bu yazımda İsrailli bir grup olan Amaseffer'den bahsedeceğim, çok dolu ve her yönüyle çok derin bir albüm olan Slaves for Life albümünden. Albüm her anında size bir hikayenin içinde olduğunuzu hissettiriyor. O kadar akıcı bir sentez var ki albüm sizi alıp götürüyor. Orphaned Land'den Kobi Farhi o gene ağıt yakarcasına vokalleri albümü mükemmel bir atmosfer içine sokmuş. Agresif rifflerin bu kadar naif doğu melodileriyle birleşimini sağlamak o kadar kolay değil. Senfonik öğeleri müziğin içine o kadar güzel yedirmişler ki insanı esas içine alan o doğu ezgili flütlerin o atmosferle birleşimi olmuş.

Sorrow ile başlayan hikaye albüme adını veren Slaves for Life ile kendini daha fazla belli etmeye başlıyor. Bu kadar doğu tabanlı bir müziğin içine batı etkisinde senfoniler koymaktan çekinmemeleri beni etkiledi. Vokallerde bulunan Mats Leven zaten bunu hissettiren etkenlerin başında geliyor. Gırtlaktan yaptığı, biraz kirli olan vokaller bu dolu soundun içine mükemmel yerleştirilmiş. Müziğin gidişatında oldukça Orphaned Land The Never Ending albümünü hissedebilirsiniz. Özellikle süreklilik arzeden ve yavaş yavaş patlayan sololarda oldukça benzerlik var. Birth of Deliverence parçasından sonra bu yapıyı oturtmaya başlıyorlar albüme. Midian'da artık doğu ezgilerinin daha derinlerine inmeye başlıyorsunuz ve gerçekten bir ağıt havasında. Bu bölümlerde oldukça farklı enstrüman kullanmışlar, Hint müziği bile duyabiliyorsunuz bu yüzden. Tek bir noktaya bağlı kalmadan farklı unsurları bir arada kullanmışlar. Bir de bunun üzerine Mats Leven'ın vokalleri gelince tam oturmuş bir sentez ortaya çıkmış. Bunun dışında teknikalete de gerçekten üst seviyelerde.(Özellikle Ten Plagues'ta senfonik yapıyla birlikte zirveye çıkıyor.) Wooden Staff'ta gitar solosu ve enstrüman hakimiyeti açısından kendini gösteren bir parça olmuş.


Akustik partisyonlar, çoğunlukla müziğin içine hüznü yerleştirmiş. Hikayenin müzik eşliğinde bağlantılı olarak devam etmesinde büyük katkısı var. Bu noktada mükemmel bir progressive yapıdan söz edebiliriz. Melodiler o kadar yerli yerinde kullanılmış ki belki de kendi başına fazla bir anlam ifade etmeyen melodiler çok güçlü hale gelmiş. Yer yer bir melodi yakalıyorlar ve o melodi ruhunun derinliklerine işleyinceye kadar devam ettiriyorlar. Bunun gerçekten başka bir tarifi yok. Midian albümün bu açıdan belki de en güçlü parçası. Zipporah'ta ise Maya Avraham'ın mükemmel sesini duyuyoruz. Bu parça Midian'ın doğu ezgilerinin daha derin işlendiği bir parça gibi. Mats Leven, Kobi Farhi ve Maya Avraham düeti gibi olmuş. Bu parçadaki gizli bir şekilde konulmuş pianolar ve akustikler insanı derinden etkiliyor. Hikaye ile paralel giden dış sesleri gerçekçi olması açısından bol bol kullanmışlar. Sert rifflerin varlığına rağmen, albüm aslında oldukça yumuşak hatları olan bir albüm. Akustikler ve pianolar etkili bir biçimde kullanılıyor. Albümün genelindeki akustik tonlarına ve bu kadar atmosfer odaklı kullanılışına hayran kaldım.

Bunu vokalde bir problem gördüğümden dolayı söylemiyorum ama Vanden Plas'tan Andy Kuntz denilince gerçekten heyecanlanıyorum. Andy'nin son anda olmadığını duyunca acaba olsaydı nasıl olurdu sorusunu bana sordurdu. Mükemmel olacağı kesin ama gene de ben Mats Leven'dan baya memnun kaldım. Sound olarak zaten oldukça Vanden Plas hissedebiliyorsunuz. Müzik yapısı açısından da benzerlikler taşıyor zaten. Onların daha orta çağ avrupası folk etkileri burada doğu ezgili bir müzikte vücut bulmuş gibi. Oranlar açısından fark var tabii. Vanden Plas her zaman daha metaldir.

Bu albümü özetleyebilmek mümkün değil ama kısaca güçlü rifflerin, güçlü melodiler ve mükemmel piano ve akusik partisyonlarla birleştiği aynı zamanda da progressive'in derinliklerine inen bir albüm olarak tanımlayabilirim.

Songs / Tracks Listing

01. Sorrow (2:41)
02. Slaves For Life (8:28)
03. Birth Of Deliverance (11:11)
04. Midian (11:48)
05. Zipporah (6:10)
06. Burning Bush (6:31)
07. The Wooden Staff (9:13)
08. Return To Egypt (3:26)
09. Ten Plagues (11:29)
10. Land Of The Dead (6:54)

Line-up / Musicians

- Erez Yohanan / drums, percussion
- Yuval Kramer / guitar
- Hanan Avramovich / guitar

Also appearing:

Mats Leven / all lead and backing vocals
Kobi Farhi / all oriental vocals (courtesy of Century Media Records)
Angela Gossow / growl vocals on Midian (courtesy of Savage Messiah Records)
Yotam Avni / growl vocals on Midian
Maya Avraham / female vocals on Zipporah (courtesy of Helicon Records)
Amir Gvirtzman / flutes
Yatziv Caspi / tablas on Slaves For Life and Midian
Yair Yona / bass guitar on Zipporah and The Burning Bush
Choir on Land of the Dead / Kobi Farhi, Iftach Levi, Shiran Shahar, Yochai Davidof, Adva Kramer, Hanan Avramovich, Erez Yohanan, Yuval Kramer, Ma'ayan Gabay and Yotam Avni

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

19 Ekim 2010 Salı

Thought Chamber - Angular Perceptions


Bu gruba dikkat!! Thought Chamber değerini zamanla daha çok anladığım ve daha fazla değer vermeye başladığım gruplardan biri. Enchant'tan Ted Leonard'ın bu grupta olması da beni açıkçası etkiledi. Çünkü grup, Enchant'tan daha fazla enstrüman müziği barındıran bir grup. Enstrümantel yerlerde oldukça fusion etkisini müzik yapısında hissedebileceğiniz bir grup. Daha agresifler. Böyle bir albüme Ted Leonard'ın sesini de oturttuğunuz zaman zaten ortaya bambaşka bir şey çıkıyor. Burada tabii Michael Harris'in virtüozite yapısı müziğin tabanını oluşturuyor. Ayrıca sweapleri ile de müzikal açıdan oldukça zenginlik katan bir anlayışı var.

Grup klasik bir progressive metal grubu ekseninde gibi görünse de içinde çok farklı enstrümantel farklılıklar yaşatabilen bir grup. Grup elemanlarının birbirleri arasındaki uyum mükemmel diyebilirim. Michael Harris'in kendini gösterdiği solo albüm tadında fusionvari yerler oldukça yoğunlukta. Enstrümantel bölümlerde yer yer Derek Blakley'nin slapleri ayrı bir agresiflik katmış. Soundun bas tarafından oldukça desteklendiğini görebiliyoruz bunun yanında akustiklerin de o aradaki müzikal geçişleri mükemmel bir şekilde kontrol ettiğini hissedebiliyorsunuz. Bol bol klavye, gitar atışmaları görebileceğiniz bir albüm. Progressive metal tarafı ne kadar güçlü bir albüm olsa da bir yandan hiçbir zaman prog rock kalıplarını bırakmak istemeyen bir grup görüntüsünde. Bunu gerek akustik arpejlerde gerekse de enstrümantel yerlerde ritm yapısı ile gösteriyor. (Özellikle Balance of One parçasında hissedebiliyorsun o ritm yapısını.)


Açılış parçası olan Premonition ile albüm adeta ben enstrüman açısından çok güçlü bir albümüm diye bağırıyor. Ama içindeki o küçük nüansları kaçırmamak gerek. Duygusal geçişleri ve aradaki akustiklerle birlikte giden karanlık klavye geçişlerini. Arka arkaya dinlediğim zaman bazen Beyond Twilight bile hissetmiyor değilim. Çok ilginç tarafları var gerçekten grubun. Bazen size mutlu bir görüntü çizerken bir yandan da o kaotik havasını hiç bir zaman bırakmıyor. Grup, Mr Qwinkle's Therapy parçası ile birlikte albümün içindeki o enstrümantel fusionvari yapıyı doruğa ulaştırıyor adeta. Accidently on Purpose parçasının habercisi niteliğinde. Belli bir açıdan albümün patlama noktası diyebiliriz. Özellikle bu parçada 70'lerin prog rock teknik yapıları ile virtüoziteyi çok iyi oturttuklarını düşünüyorum. God Of Oblique parçası ile birlikte aslında Ted Leoanard'ın ne kadar agresif bir vokal olabileceğini de görüyoruz. Agresif ve karamsar bir tekniğin olduğunu söyleyebilirim bu parçada. Silent Shore ise folkvari akustik pasajlarıyla albümün belli bir dinlenme merkezi gibi. Bu parçada oldukça enstrüman açısından zenginlik bulabilirsiniz. Albümün son parçası olan A Mind Beyond ise albümün ne kadar kendi içinde bir kalıp oturttuğunun göstergesi aslında. Albümün başında zaman zaman hissedilen o karanlık hava burada daha da su üstüne çıkarılmış. Buradaki fark jazzvari gitar gidişleri ile sentezlenmiş olması. Sanki eksik bir nokta var da onu tamamlamışlar gibi.

Ted Leonard'a gelecek olursak. Enchant'ta yaptığı vokalden daha renkli bir sesi ve duygusu olduğu kanaatine vardım. Bunu biraz da müzikteki değişimler yol açmış. Farklı melodilerin teknikalite ile birlikte yoğun olarak kullanılması doğal olarak vokalde de bir etki yaratmış ve Ted Leonard'ın bunu çok rahat bir şekilde kaldırabildiğini düşünüyorum. Nerede söylerse söylesin sesindeki duygusallık hiçbir zaman kaybolmuyor. Bu kadar tekniğin olduğu bir müziğin içinde bile duygusunu çok rahat bir şekilde aktarabiliyor.

Davulun riff geçişlerindeki etkinliğini göz ardı etmemek gerek. Bunu sadece davullarla oluşturmuyolar tabii ki gerektiğinde jazz geçişlerle de sağlıyorlar. Ama davulların tomlardaki geçişleri çok güçlü. Rob Stankiewicz müzikteki teknik devamlılığı sağlaması açısından çok önemli bir etki yaratmış.

Songs / Tracks Listing

1. Premonition (2:12)
2. Sacred Treasure (7:07)
3. A Legend's Avalon (5:48)
4. Balance of One (6:18)
5. Mr Qwinkle's Therapy (5:32)
6. Transmigration of Souls (6:41)
7. God Of Oblique (5:10)
8. Silent Shore (3:40)
9. Accidently on Purpose (4:53)
10. A Mind Beyond (7:38)

Line-up / Musicians

- Derek Blakley / bass
- Michael Harris / guitar,keyboards,vocals
- Ted Leonard / vocals
- Rob Stankiewicz / drums
- Bobby Williamson / keyboards

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

12 Ekim 2010 Salı

Vanden Plas - Seraphic Clockwork

Christ O gibi mükemmel bir albümden sonra böyle bir albüm çıkarmaları beni hayretler içinde bıraktı. Düzenleme ve sound olarak kendilerini oldukça geliştirmişler. Bundan dolayı ortaya müzikal anlamda daha oturmuş bir albüm ortaya çıkmış. Christ O'ı kesinlikle küçümsemiyorum ama favori albümüm Seraphic Clockwork oldu şimdiden. Çok enerjik başlayan ama aynı zamanda Christ O'a göre daha fazla akustik soundların bulunduğu bir albüm olmuş. Müziklerini daha konsept hale getirmişler. Soloların gidişatı parça içinde akıp gidiyor adeta ve bununla birlikte inanılmaz akustik, piano partisyonları var. Albümün akustik kısımları oldukça etkileyici. Bunların üstüne o derin gitar soundları da eklenince, tadından yenmez bir hal almış gerçekten. Vokallerde gene aynı melodik yapıyı kullanıyorlar. Beyond Daylight'tan bu yana kendilerini bunun üzerine geliştiriyorlar zaten. Vanden Plas'ın en güzel yönlerinden biri pianolarıdır belki de. Oldukça etkili kullanırlar. Bu albümde de oldukça etkili buldum. Tam zamanında müziğin içine girip çıkıyor. Andy Kuntz'un sesi akustik bölümlerde insanı oldukça etkiliyor. Ses tonu daha fazla ortaya çıkıyor ve insanı duygusallaştırıyor.

Albüm Quicksilver parçasına kadar dinamizmi ve duygusallığı hiç elden bırakmıyor. Çok keskin, hızlı bir şekilde vücut değiştiren bir albüm konumundayken bu parçadan sonra o pianolarla birlikte giden flüt partisyonları albümün duygusal olarak patlama noktası oluyor. Albümün başında sert rifflerle giden melodileri daha fazla enstrümanla doruğa çıkarıyorlar. Albümdeki her solonun vokal gidişatlarına bağlanması beni oldukça etkiledi. Sonlarda bunu daha fazla hissediyorum. Solonun dinamizmini tamamlar gibi.


Davullar kusursuz bir şekilde tonlanmış kesinlikle. Her vurguyu tek tek net bir şekilde duyabiliyorsun. Dört dörtlük olmuş gerçekten. Oldukça dolgun tonlar, bas sesini daha ön plana çıkaran çift kross gidişleri. Diyecek bir şey bulamıyorum gerçekten.

Vanden Plas genel olarak Dream Theater eksenli bir müzik grubu olarak görülür. Artık bu albümden sonra artık bundan iyice sıyrıldıklarını kanıtladılar. O epicvari melodik yapıyı her albümlerinde daha düzenli bir şekilde yerleştiriyorlar. Aynı zamanda bunun yanında sert soundları da es geçmiyorlar. Tabii o gene klasik progressive metal anlayışı devam ediyor. Artık bambaşka bir şey beklenemez Vanden Plas'tan zaten ama zaman geçtikçe o anlayışın üstüne bir tuğla daha koyarak devam ediyorlar.


Songs / Tracks Listing

1. Frequency
2. Holes In The Sky
3. Scar of an Angel
4. Sound of Blood
5. The Final Murder
6. Quicksilver
7. Rush of Silence
8. On My Way to Jerusalem

- Andy Kuntz / vocals
- Stephan Lill / guitars
- Torsten Reichert / bass
- Andreas Lill / drums
- Günter Werno / keyboards

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

8 Ekim 2010 Cuma

Wolverine - Still (Hikayenin Sonu)

Wolverine'nın bu 2006 çıkışlı Still adlı bu albümünü çok geç değerini anladığım için kendimi kınıyorum aslında. Bu kadar muhteşem bir albümü nasıl birkaç kere dinleyip es geçmişim diye kendime kızıyorum. Wolverine grubuyla olan maceram aslında The Window Purpose albümüyle başladı ama grup o günden bugüne müzik anlamında evrim geçirdi. Cold Light of Monday albümünde inanılmaz bir değişim yaşadı. Daha sonra da Still gibi bir şaheser ortaya çıktı. Hadi bu grubun E.P'si falan yok mudur diyorsan. Fervent Dream'i keşfedersen ondan daha iyi bir E.P bulamazsın heralde. Ben o E.P'yi albümlerinin arasına kesinlikle koyarım, o kadar muhteşem bir E.P . Tabii orada Stefan Zell'in sesinin şimdiki kadar gelişmiş ve olgunlaşmış göremezsin ama gene de hiç boş bir E.P değil.

Albüme gelecek olursak. Albümün etkileyici ve güçlü bir melodik yapısı var. İnsanı gerçekten derinden etkiliyor. Klavye kullanımlarına aşık oldum diyebilirim. Cold Light of Monday'de de bunu hissedebiliyosunuz ama burada daha distortion ağırlıklı kullanılmış. Cold Light kadar içinde elektronik öğe barındıran bir albüm değil ama gene o müziğin devamı niteliğinde bir albüm olmuş. Aşırı derecede Porcupine Tree'nin ritm yapısını hissedebiliyorsunuz. Stefan Zell'in sesinin gittikçe daha iyi olduğunu söyleyebilirim. The Window Purpose kadar detaycı bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Atmosfer konusunda birçok şeyi eksik etmek istememişler. Müziğin, melodilerin altında oldukça detay duyabiliyorsunuz. Albümün girişini ve bitişini etkili bir biçimde yapmışlar.


A House of Plague ile insanın iştahını kabartan, Nothing More parçası ile hem dinlendiren hem de duygusallaştıran, And She Slowly Dies ile de insanın ruhunda derin bir etki bırakan bir albüm. Cold Light of Monday'in o özellikle albümün başındaki mellotronlu karanlık havası biraz dağılmış bu albümde. Karamsarlıktan çok hüzün hakim.

Albümün genelinde giden akustik pasajlar oldukça zengin bir hale getirmiş albümü. Davulun akustik arpejlerle uyumu albümün alt yapısını oluşturmuş. (Bu da biraz Cold Light'tan gelen bir şey tabii ki.) Üstüne de mükemmel diyebileceğim bir melodik yapı getirilmiş. Bu melodik yapı aslında Wolverine'ın genelinde olan bir yapı ama bu albümde doruğa çıkmış. The Window Purpose gibi albümlerde tekniğin bol olması biraz geride bırakabiliyordu ama bu albümde iyice ortaya çıkmış. Parçaların çoğunun akustik arpejler üzerine yazıldığını görebilirsiniz.

Bundan sonra çıkaracakları albüm nasıl olur bilemem. Ama buna bir örnek olarak Nightingale örnek verilebilir herhalde. O muhteşem dört albümlük konseptin ardından daha hard rock alt yapılı bir albüm gelmişti. Ama burada Wolverine'nın bu üç albümlük konseptinden sonra gittiği yolu fazla değiştireceğini sanmıyorum.

Sonuç olarak şiddetle tavsiye ettiğim bir albüm. Progressive severlerin mutlaka dinlemesi gerekir.

Songs / Tracks Listing

1. A House of Plague (6:52)
2. Bleeding (5:21)
3. Taste of Sand (6:02)
4. Nothing More (4:11)
5. Sleepy Town (4:13)
6. Liar on the Mount (5:43)
7. Hiding (4:14)
8. This Cold Heart of Mine (7:52)
9. And She Slowly Dies (7:40)

- Stefan Zell / lead & backing vocals
- Mikael Zell / electric & acoustic guitar
- Thomas Jansson / bass, double bass
- Marcus Losbjer / drums, percussion, programming
- Per Hendriksson / keyboards, organ, Rhodes


Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Redemption - Snowfall on Judgment Day

Öncelikle şunu söylemeliyim ki Redemption grubuna olan ilgimin ilk nedeni Ray Alder oldu. Fates Warning'de hayranlıkla dinlediğim bir vokal olması beni bu gruba itti ama sonrasında grupta çok daha fazlasını bulduğumu söyleyebilirim. Hiç çekinmeden koyulan thrash riffleri, onlarla birlikte giden inanılmaz vokal melodileri ve mükemmel diyebileceğim bir düzenleme anlayışı. Fullness of Time ilk vurulduğum albüm olsa da Snowfall on Judgment Day beni bitiren albümleri oldu.

Müziğin detaylarına geçicek olursak. Albüm gene thrash rifflerinin progressive bir anlayış içinde eritildiği bir albüm ama bu sefer Fullness of Time kadar yuvarlak soundların içinde değil.(Bu söylediklerimden grubun Progressive Thrash yaptığı anlamı çıkmasın) Fullness of Time'ın ilginç bir yönü vardır benim için. Albümde inanılmaz thrash riffleriyle doludur ama soundunun o yumuşaklığından dolayı o agresifliği vermez. Bu albümde o riffleri hissedebiliyorsunuz. Daha keskin soundlar olduğu kesin. Böyle bir sound arkada gerçekten çok iyi olan piano partisyonları ile birleşince ortaya 2009'un en iyi albümlerinden biri çıkmış. Gitar soloları karşılıklı atışmalar gene mükemmel olmuş. İlginç olan bir kısmı, neo klasik etki taşıyan bu soloları kendi melodi anlayışlarıyla birleştirip ortaya mükemmel bir tat çıkarmaları olmuş.


Bu albümde beni büyüleyen kesinlikle nakaratların arkasında gizli olan pianolar oldu. Albümün birkaç yerinde kaybolup daha sonra bir yerlere gizleniyor sanki. Ama ortaya çıktığında bütün parçanın gidişatını belli ediyor neredeyse. Sanki vokal medodilerini tamamlar şekilde kullanmışlar. Vokal melodisiyle aynı gidiyor ama sanki bir adım daha fazlasını yaparak ona daha büyük bir anlam katıyor.

Ray Alder'ada bir parantez açmak gerekir diye düşünüyorum. Her geçen gün daha fazla sevdiğim bir vokalist oluyor. Ses tonu arkadaki müziğe göre inanılmaz farklı duygular katabiliyor ki, bu da aslında ne kadar mükemmel bir ses tonu olduğunu kanıtlıyor. Fates Warning'de dinlediğiniz zaman, örneğin Apsog'u ele alıcak olursak o atmosferin içinde o ses tonu derin duygular hissetmenizi ve kendinizden geçmenizi sağlıyor. Redemption gibi daha açık müziklerde ise bambaşka bir duygulara sebep olabiliyor. İki ayrı kişilik gibi ama bunu ses tonunu veya söyleyiş biçimini değiştirerek yapmıyor arkadaki müzik bunu ortaya çıkarıyor. James Labrie'de de aynı duyguya kapılıyorum. Bu gerçekten bir vokal için mükemmel bir şey olmalı.

Albümde melodi yoğunluğu hiçbir zaman bitmiyor. Sert riffler giderken bile vokal ve gizlenmiş pianolarla devamlı bir duygu aktarımı var. Bu albümün ilerde oldukça değişik yönlerinin ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Chris Quirarte'nin ayrı bir tarafı var benim için. Ataklardaki partisyonlarına gerçekten hasta olduğum bir davulcu, bazı yerler düzmüş gibi geliyor ama müziğe o kadar güzel oturuyor ki muhteşem bir hava veriyor müziğe.

Ama şunu gene belirtmeliyim; müziği ayakta tutan ve Redemption'ı benim gözümde daha derinleştiren, duygusallaştıran, klavyeler oldu.

Songs / Tracks Listing

1. Peel (6:31)
2. Walls (6:57)
3. Leviathan Rising (6:42)
4. Black and White World (8:03)
5. Unformed (6:30)
6. Keep Breathing (7:37)
7. Another Day Dies (5:15)
8. What Will You Say (5:20)
9. Fistful of Sand (6:35)
10. Love Kills Us All / Life in One Day (11:00)

- Ray Alder / vocals
- Nicolas van Dyk / guitar, keyboard
- Bernie Versailles / guitar
- Sean Andrews / bass
- Greg Hoshariah / keyboard
- Chris Quirarte / drums


Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

16 Eylül 2010 Perşembe

Dream Theater - Six Degrees of İnner Turbulance


Evet, yazımı yazmadan önce neden bu albümü kritiklediğimi söylemek istiyorum. Çünkü Dream Theater'ın Six Degrees albümünün DT fanları tarafından bence gerektiği ilgiyi ve değeri görmediğini düşünüyorum. Scenes from a Memory gibi muhteşem bir albümün arkasından gelmiş olması etkili olmuş olabilir ama bana göre Dream Theater tarihinin en progressive albümünün olduğunu hala savunuyorum. Aynı zamanda grup elemanlarının ne kadar mükemmel müzisyenler olduklarını kanıtladıkları albümdür. Pantera'dan, Radiohead'e hatta oradan Tool'a birçok yerden beslenmiş bir albüm ve böyle bir albümün oluşumunda Mike Portnoy'un rolü çok büyüktür. Genel olarak Dream Theater'ın müziğini yönlendiren bir adam Portnoy ama bu albümde bu daha da hissedilir oldu. Damgasını vurmuştur diye düşünüyorum. İlk defa bu kadar derin soundlar kullanan bir Dream Theater gördük. Bütünlük açısından belki SFAM'ın üstüne yoktur ama bu albüm en fazla progressive mantığa sahip albümdür.

Virtüözite'nin yanında mükemmel bir düzenleme ve harika bir riff, melodi birleşimleri var. Sound oldukça yuvarlak bir sound ama riffler sounda göre oldukça agresif kullanılmış. Bu albüm aynı zamanda "Octavarium" albümünün de alt yapısını oluşturuyor. Burası aslında çok önemli çünkü bu albümden önce Dream Theater ne zaman ne yapacağı hiç belli olmayan bir gruptu. Ama ilk defa bir yerlerden bir şeyler hissedecektik. Her ne kadar Train of Thought albümüyle bizi biraz şaşırtmış olsalarda. Her zaman Dream Theater'da farklı sound denemeleri olmuştur ilk defa Six Degrees ve Octavarium arasında bir benzerlik olacaktı. Bu bence kötü bir şey değildir. Aynı sound içinde gene bambaşka bir melodi anlayışı ortaya koymuşlardı Octavarium'da. Neyse albüme dönecek olursak. Fark edilen başka bir şey de farklı keyboard soundları. Müziğin derinliğini o kadar fazla artırıyor ki. Müzikte yer yer tool gidişi hissediyorsunuz yer yer de Radiohead ve bu da bu grubun müziğe ne kadar geniş baktığını gösterir aslında. Birçok fan bu albümü böyle görmedi, taklit olarak baktı, böyle bakmak gerçekten kolay. Ama ben asla oturup bu adamların tekrar İmages and Words gibi bir şey yapalım diye düşündüklerine inanmıyorum zaten bunu da kanıtladılar.

Keyboardlarda gene Jordan Rudess'ın klasik alt yapılı pianolarını duyabiliyorsunuz. Ama bunu farklı ses bindirmeleri şeklinde kullanmış veya bazı yerlerde belli belirsiz kısa, öz olarak kullanmış. Albümün en çok hoşuma giden noktası da orası. Bu albümde bas gitarlara da değinmek istiyorum aslında. Bas bütün davul ritmlerini ortaya çıkaran bir unsur olarak kullanılmış, yer yer de atmosferi kapatmadan bağımsız bir şekilde. "Zaten Myung geri planda kalıyordu Mike'ın gitmesi iyi oldu" diyenlere cevap bu albümdür diye düşünüyorum.

Albümün kasvetli kısımlarına dikkat çekmek istiyorum. Misunderstood ve Disappear gibi parçalarda oldukça karamsarlığa kapılabilirsiniz. Muhteşem ötesi bir atmosfer vardır. Misunderstood ki baslar aynı zamanda atmosferede inanılmaz bir katkı yapar. Bunu çok az grupta görebilirsiniz. Sanki bu albümde Rudess ve Petrucci karşılıklı atışmalarındaki birlikteliği ve uyumu atmosfer üzerine yoğunlaştırmışlar ve üzerine Toolvari davulları da yerleştirince ortaya mükemmel bir tat çıkmış.

James Labrie'ye değinmeden geçemeyeceğim. Bu albümdeki müzikal yoğunluktan dolayı Labrie'de vokal tekniklerini daha geniş bir çerçevede tutmuş. Toolvari yerleri özellikle çok iyi çıkarmış. Zaten bu adamı Mullmuzzler, Frameshift ve Ayreon gibi projelerden takip eden insanlar ne kadar bambaşka bir vokalist olduğunu görmüştür.

Zaman içinde bu albümün çok daha fazla değer kazanacağını düşünüyorum.

Teşekkürler..

4 Eylül 2010 Cumartesi

Julien Damotte - Trapped


Bu yazımda Fransız bağımsız bir müzisyenden söz edeceğim. Julien Damotte nadir görebileceğim bir kaliteye sahip bağımsız bir proje. Müziğinden çok farklı tatlar alabilirsiniz. İlk dinlediğimde Devin Townsend soundunu hissettiğimi söyleyebilirim. Bu yapıda bir müzik anlayışı var albümde, her an rifflerin ve arpejlerin arkasında dolu bir sound hissediyorsunuz ama bu daha virtüözite bir yapıyla birleşince ortaya daha da güzel bir şey çıkmış. Julien'in, Jason Becker'dan oldukça etkilendiğini gördüm. Sweap biçimlerini oldukça benzettim. Solo tarzı Steve Vai'yi de andırmıyor değil. Ama Julien bununla da sınırlı kalmamış. İçinde Evergrey'in İn Search of Truth dönemi pianolarının hissedildiği ballada yakın olabilecek parçalarda yazmış ve bunları oldukça etkili sololarla mükemmelliğe ulaştırmış.(Özellikle Dying ve Death parçaları gerçekten insanı alıp götürüyor.) Hatta abartmak gerekirse Meshuggah'a yakın sound ve müzik şekilleri bile duyabilirsiniz.(Özellikle Ending Chapter'da oldukça hissediliyor.) Zengin bir albüm olduğu ortada. Davullar program olmasına rağmen ben ilk dinlediğimde çok anlayamamıştım, doğal bir biçimde kullanmışlar.

Mükemmel bir riff zenginliği var. Albüm hemen başında bunu size hissettiriyor. Kesik kesik giden rifflerin elektronik soundlarla birleşimi çok güzel oturtulmuş. Aynı zamanda bütün gitar sololarında melodi yoğunluğuna hep dikkat etmiş. Sweaplerde bile melodi yoğunluğu var.

Konsept bir anlayışla yapılmış bir albüm. Başından sonuna kadar bunu müziğin gidişatı ile size hissettiriyor. Guy Monsanto'nun çok iyi bir performans sergilediğini düşünüyorum. Kirli ses tonu ile gerektiği zaman agresif gerektiği zamanda çok duygusal olabilen bir vokalist.

Melodileri çoğunlukla vokal ve pianolar belirliyor. İnsanı derinden etkileyen melodiğin ve tekniğin birleştiği mükemmel sololar var albümde. Klasik Progressive öğeler görebilirsiniz ama Sun Caged'inde albümlerinde yaptığı gibi Meshuggah soundu ile harmanlanmış bir şekilde albümün içinde eritiliyor.

Kesinlikle Progressive severlerin dinlemesi gereken bir albüm diyorum.


Current line-up:
Julien Damotte - Vocals, Bass, Guitars
Gustavo Monsanto - Vocals (ex- Adagio)
Nach - Keyboards

Guest Musicians:
Mattias IA Eklundh - Guitar solos
Christophe Godin - Guitar solos
Buzz: Lead and backing Vocals
Matt Hussy: Grunts
Maya: Lead Vocals

Şarkı Listesi:

1.Born Dead
2.Opening Chapter
3.The Voice Within Your Soul
4.Eternal Love
5.The Inner Struggle
6.What You've Been Through
7.Dying
8.Death
9.Ending Chapter


Buradan
bilgi edinebilirsiniz.

2 Eylül 2010 Perşembe

Porcupine Tree - The Incident


Porcupine Tree'nin 2009 çıkışlı bu albümünde Steven Wilson gene mükemmel bir iş çıkarmış. Temelini Lightbulb Sun ile attığı ve İn Absentia ile tamamen değişime uğrayan grup bu albümle daha da üstüne koyarak devam ediyor. Fakat bu albümün farkı Deadwing veya Fear of a Blank Planet gibi albümlerden daha derin bir albüm olması. Distortion soundları bile daha dolgun kullanılmış. Ben bu albümü en progressive albümü olarak tanımlıyorum.

Aslında şöyle bir örnek verebilirim. Dream Theater'ın Black Clouds & Silver Linings albümünde nasıl bir Dt tarihinin birleşimi varsa Porcupine'da bu albümüde bana o hissi veriyor. Fear of a Blank Planet'ta yapılan şeyi biraz hissedebiliyorsunuz. Time Flies parçasına kadar albüm çok güzel bir yolda gidiyor o parçaya geldiğinde ise ilk durağında durup muhteşem bir manzaraya bakıyor gibi. The Yellow Windows of the Evening Train parçasında bir tek bu parçada oldukça No-Man esintisi alıyorum. Zaten o müzik her zaman Steven Wilson'ın ruhunda olan bir şey. Bu Porcupine Tree gibi artık ünlü olmuş bir grup bile olsa bu hissiyatını gizlemiyor. Çoklu vokaller gene her albümde olduğu yerli yerinde tam olması gereken yere konulmuş.

İn Absentia döneminden sonra Steven Wilson müziğin içinde jam'i riff tabanlı olarak vermeye başlamıştı. Her doğaçlamanın altında mutlaka bir riff görürsünüz. Bu tabii Opeth'le çalışmış olmasından gelen bir şey de olabilir. Bu albümde o riff olayını hissedebilirsiniz ama diğer albümlere göre daha derin uzun sesler ve akustikler var. Özellikle ikinci CD'de daha yoğun.

Gavin Harrison'a değinmeden geçemeyeceğim. Bu adam hissettirmeden her albüme damgasını vurarak ilerliyor. Albümde ki davullar oldukça melodik. Yani albümde ki bütün vokal ve gitar melodilerini daha ortaya çıkaran bir davul var.

Genel olarak albümde hüzün ve karamsarlık var ama yanında bir sevinç halide var.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

Albümü buradan satın alabilirsiniz.


Songs / Tracks Listing

Disc 1 - 55:08

I. Occam's Razor (1:55)
II. The Blind House (5:47)
III. Great Expectations (1:26)
IV. Kneel and Disconnect (2:03)
V. Drawing the Line (4:43)
VI. The Incident (5:20)
VII. Your Unpleasant Family (1:48)
VIII. The Yellow Windows of the Evening Train (2:00)
IX. Time Flies (11:40)
X. Degree Zero of Liberty (1:45)
XI. Octane Twisted (5:03)
XII. The Séance (2:39)
XIII. Circle of Manias (2:18)
XIV. I Drive the Hearse (6:41)

Disc 2 - 20:34
1. Flicker (3:42)
2. Bonnie the Cat (5:45)
3. Black Dahlia (3:40)
4. Remember Me Lover (7:28)

1 Eylül 2010 Çarşamba

Eskişehirli bir Progressive Rock Grubu: Hope to Find


Bu kritiğimde Hope to Find adlı Eskişehirli bir gruptan bahsedeceğim. Grubu canlı olarak Riverside'ın alt grubu olarak izleme şansını da elde etmiştim. Müziklerindeki düzenlemeler oldukça hoşuma gitti diyebilirim. Klavye ve gitar düzenlemeleri oldukça başarılı. Vokal açısından hiç bir problem yok bence. Vokal düz bir vokalde yapsa da parçalar yüksek perdeli vokaller gerektiren parçalar değiller. Grup şu anda bir vokalist aramakta ama müzikteki gidişatları nasıl olacak onu bilmiyorum. Türkiye'de zaten progressive müziğini yapan çok az grup varken bu grubu da kaybetmek istemeyiz.

Melodiği yoğunluğu da olan bir grup, modern bir progressive rock yaptıklarını söyleyebilirim. Nedense bazı parçalarını her dinleyişimde Quidam etkisi hissediyorum. Özellikle City Soul parçasında. Bağımsız bir grup olduklarından sound açısından değerlendirmek istemiyorum ama sert olan bölümler olmasına rağmen keskin bir sound yok, yani yuvarlak soundlar kullanmışlar. Bunu bir sorun olarak söylemiyorum ama o riffleri daha güçlü bir soundda duymak isterdim. Yoksa gerçekten çok iyi piano ve riff ikilisi var parçalarda.

Parçalarda Dream Theater tarzı gitar ve klavye gidişleri duyabilirsiniz ama kesinlikle Dream Theater alt yapılı bir grup değil. Müziğini benzetme açısından söylemiyorum, gidişat açısından Porcupine Tree İn Absentia döneminin müzik gidişatını hissedebiliyosunuz. Zaten bir röportajlarında da okumuştum ama okuduğum için söylemiyorum, elemanlarının oldukça geniş bir progressive algıları olduğunu da müziklerinde hissedebilirsiniz. İlerde eğer albüm çıkaracak olurlarsa sanki daha derin soundlarla, keskin rifflerin birleşimi bir albüm dinleyebiliriz. Gidişat olarak bunu öngördüm ama her şey olabilir tabii. Progressive geniş bir deniz gibi zaten.

Bu arada Dance of the Flowers parçasında oldukça Pain of salvation arpejleri duyabilirsiniz. Özellikle pianolarını Be'deki bazı piano yapılarına benzettim. Oldukça etkilendiğimi söylemek isterim.

Son olarak canlı performanslarından söz etmek istiyorum. Riverside'ın alt grubu olarak izlediğim zaman başka bir vokal vardı. Fakat o vokali beğendiğimi söyleyemem. Zaten genel olarak Türkiye'de bir vokal sıkıntısı vardır. Eğer doğruysa tabii vokal aradıklarını hala belirtiyorlar. Umarım istedikleri gibi bir vokal bulurlar. Onun dışında müzikte hiç bir problem yok. Soundlarını ve müzik anlayışlarının geliştiği görüldükçe ilerde de bir problem olacağını sanmıyorum.

İyi çalışmalar diliyorum, umarım gittikçe daha iyi bir grup olurlar.

Parçaları buradan dinleyebilirsiniz.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Sieges Even - The Art of Navigating by the Stars


Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu grubun dağılmış olması beni oldukça üzdü. Çünkü tekniğiyle, melodik yapısıyla progressive müziğine çok farklı şeyler katıyordu. Aslında vokalistleri ve gitaristleri Subsignal adlı grupla müzik hayatlarına devam etsede Sieges Even'ın havası başkaydı. Bu havayı biraz da Holzwarth kardeşler getiriyor olabilir tabii.

2005 çıkışlı bu albümlerinin yorumlayacak olursak; Sieges Even albümlerinde benim gözüme ilk çarpan davullar ve baslardır. Bu albümde de gerçekten onlar göze çarpıyor. Parçaların ne kadar bas ve davul üzerine kurulduğunu görebiliyorsunuz. İkisinin arasındaki uyum mükemmel. Onun dışında tabii akustik kısımlar. Bu akustik kullanarak aynı zamanda bunu teknik ve melodik bir yapıyla birleştirmek kolay değil gerçekten. Paramount albümünden farkı daha teknik bir albüm olması. Akustiklerin daha yoğunlukta olduğu bir albüm olması. Paramount albümünü dinlerseniz daha heavy ve daha düz bir albüm olduğunu görürsünüz. Bu grubu ilginç kılan diğer yanı ise ilginç bir şekilde hard rock melodilerine ve vokal yapılarına albümlerde yer vermeleri. A Sense of Change albümünü dinlerseniz, ne kadar vokal odaklı bir albüm olduğunu görürsünüz. Tabii orada vokallerde Arno Menses yok ama grubun ne kadar farklı noktalara gidebildiğini anlamanız açısından söylüyorum.

Avrupa'daki prog metal gruplarında genelde bu vardır diye düşünüyorum. Melodik yapıları her zaman etkileyici oluyor. Özellikle Almanların prog metal gruplarında bunu oldukça hissediyosunuz. Vanden Plas'ta da bu var. Tabii Sieges Even'dan başka bir yapısı var ama medodiyi size öyle bir yerde veriyor ki siz orada gerçekten kendinizden geçiyorsunuz. Bunu Amerikan gruplarında hissedemezsiniz. İşte o Sieges Even'da da olan bir şey bence. Bu albümde oldukça hissedebilirsiniz.

Şarkı Listesi şu şekilde;

1. Navigating By The Stars
2. The Weight
3. The Lonely Views of Condors
4. Unbreakable
5. Stigmata
6. Blue Wide Open
7. To The Ones Who Have Failed
8. Lighthouse
9. Styx

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

Albümü buradan satın alabilirsiniz.

16 Nisan 2010 Cuma

Orphaned Land - Never Ending Way of Orwarrior


Orphaned Land'in Never Ending Way of Orwarrior adında çıkardığı bu albüm bana göre yılın en iddalı albümlerinden biri. Albümün geneline bakacak olursak albümde inanılmaz bir melodi zenginliği var ve bu zenginlik albüm boyunca devam eden bir zenginlik. Melodilerin kullanış biçimi beni çok etkiledi. Pain Of Salvation'ın melodi kullanımına benzettim. Melodiyi şarkının başında duyuyoruz daha sonra ortalarına doğru başka enstrümanların tonlarıyla o melodiyi duyuyoruz. Sonlarında o melodiyi çok etkili bir şekilde gene duyuyoruz. Bu bir albümün gerçekten iyi olduğunu gösterir. Çünkü albümün bir melodiyi farklı duygularla dinleyiciye aktarabildiğini görüyoruz. Melodiyi ayyuka çıkarıp gözünüze sokmadan yapıyor. Yani albümün diğer taraflarını da dinlemenizi, oralara da önem vermeniz gerektiğini belirtiyor. Melodilerin teknikle birleşimi inanılmaz. Albümde arka planda olmasına rağmen çok etkili olan bir ses de gördük. Shlomit Levi'nin sesi ve o Orta Doğu gırtlağı özellikle Steven Wilson müzik anlayışıyla birleşince ortaya mükemmel bir kompozisyon çıkmış.

Albüm'ün bir diğer güzel yanı ise şarkıların tek tek mükemmel olmaları. Bir bütün olarak baktığımızda da şarkıların birbirlerini tamamlar durumda olması albümü anlatıyor zaten. Kobi Farhi'nin clean vokallerini geliştirmiş olması albüme başka bir güzellik katıyor. Brutal vokaller diğer albümlerden daha az olmasına rağmen çok etkili. Mabool'da zaten grubun iyi bir yere doğru gittiğini gördük. Fakat bu albümün farkı şarkıların tek başlarına da mükemmel olmaları. Her şarkıda başka bir melodi başka bir duygu hissediyosunuz. Çıkardıkları albümlere daha bir bütünlük içinde bakmaya başladılar. Yani Progressive bir anlayışı benimsediklerini görüyoruz. Never Ending Way of Orwarrior albümünde bu daha da hissedilir hale geldi. Anlayışın yanında tabii müzikte progressive. Her grupta bulunabilecek bir özellik değil. Bir çok progressive grubu vardır kendini geliştirmeyen. Burada bazı etkenlerde var tabii. Bunlardan bir tanesi Steven Wilson'ın etkisi.

Bir insan sound olarak bir gruba bu kadar farklılık getirebilir mi. Ama Steven Wilson bunu yapabilen ender insanlardan bir tanesi. Prodüksiyon konusunda duruşu olan bir adam gerçekten. Opeth'te Damnation albümünde gösterdiği esintisini bu albümde de göstermiş. Burada farklı olan durum bunun Orphaned Land'in Orta Doğu esintili melodileriyle birleşmiş olması. Bu çeşitliliği ve melodi bütünlüğünü başka bir albümde bulabileceğinizi sanmıyorum. Aynı zamanda albümde bol bol Dream Theater etkileride görebilirsiniz. Yani safkan Progressive metal tekniğini de görebiliyoruz.

Bu albümde ayrıca Orphaned Land'den beklemeyeceğiniz kadar güzel sololar var. İnsanı hem ruhen hem de teknik olarak etkiliyor. Özellikle The Warrior şarkısında ki solo insanı derinden etkileyen bir solo aynı zamanda da Pain Of Salvation'ın melodi kullanma anlayışının hissedildiği şarkı. Çünkü burada gördüğümüz melodiyi albümün sonlarında farklı orta doğu enstrümanlarıyla gene duyuyoruz. Albümün ilk parçası ve klip çekilen Sapari albümün popüler parçalarından biri olmaya aday. Mi? parçası progressive anlayışın ve müziğinin tepe noktası. Opeth Damnation havasını sonuna kadar hissediyorsun. New Jerusalem parçasında Kuzey Folk'unun esintilerini de görebiliyorsunuz. Codeword: Uprising parçasında Dream Theater tekniklerini duyabilirsiniz. Bu şarkının daha da değişik yanı Opeth anlayışının Dream theater anlayışıyla birleşmiş olması. Hangi albümde bunu görebiliriz bilmiyorum. :)

Bu albüm 6 senede hazırlandı fakat yıllar boyunca bıktırmadan kendini dinletebilecek bir albüm.

Albümü buradan alabilirsiniz; Orphaned Land - Never Ending Way of Orwarrior

Albümü buradan dinleyebilirsiniz; Orphaned Land - Never Ending Way of Orwarrior
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...